ALTIN HALKA - 22 - Muhammed Bâkî-Billah Hazretleri "Kuddise Sirruh" |
Evliyânın büyüklerindendir. İnsanları Hakk'a dâvet eden, doğru yolu göstererek saâdete kavuşturan ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerin yirmi ikincisidir. İkinci bin yılının müceddidi ve İslâm âlimlerinin gözbebeği olan İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî Serhendî hazretlerinin hocasıdır. Babasının ismi Abdüsselâm olup, fazîletli bir zâttı. Annesi ise hazret-i Hüseyin'in soyundan olup, seyyide ve mübârek bir hanımdı. Muhammed Bâkî-billah hazretleri 1563 (H.971) senesinde Kâbil şehrinde doğdu. Hacegî İmkenegî hazretleri, Muhammed Bâkî-billah'ı kısa zamanda tasavvufta yetiştirip, yüksek derecelere kavuşturduktan sonra ona şöyle buyurdu: "Sizin işiniz, Allahü teâlânın yardımı ve bu yolun büyüklerinin rûhlarının terbiyesi ile tamam oldu. Tekrar Hindistan'a gidiniz. Çünkü bu silsile-i aliyyenin sizin sâyenizde parlayacağını görüyorum. Bereket ve terbiyenizle orada, sizden çok istifâde edip, büyük işler yapanlar gelecek." Böylece ikinci bin yılının müceddidi İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin orada yetişeceğini müjdeliyordu. Muhammed Bâkî-billah hazretleri çok tevâzu gösterir ve inkisar, kırıklık içinde hâllerini hep kusurlu görürdü. Bu hâl kendisini o kadar kaplamıştı ki, eğer talebesinden biri bir kusur etse ve bunu işitse; "Bunlar bizim fenâ sıfatlarımızın akisleridir. Biz fenâ olunca onlara da akseder, onlar ne yapabilirler, ellerinden ne gelir?" buyurarak yüksek bir tevâzu gösterirdi. Bedenen zayıf olup, dâimâ abdestli olmaya, daha çok ibâdet ve tâat yapmaya uğraşırdı.Yatsı namazından sonra odasına döner bir mikdâr murâkabe ile meşgûl olur, âzâlarının zayıflığı galebe gösterince, kalkar abdest alır, iki rekat namaz kılar, yeniden otururdu. Bedeninde hâlsizlik ve yorgunluk vâki olunca, tekrar abdest alır, gecenin çoğu böyle geçerdi. Muhammed Bâkî-billah hazretlerini kim görse; "Yeryüzünde yürüyen bir meyyite kim bakmak isterse, Ebû Kuhâfe'nin oğluna, yâni Ebû Bekr-i Sıddîk'a baksın." hadîs-i şerîfini hatırlardı. Bununla berâber, nazarlarının heybet ve tesiri duvarlara işlerdi. Gafiller, kendisini görünce; "Onları görenler Allah'ı hatırlarlar." hadîs-i şerîfini akıllarına getirirlerdi. Hattâ öyle ki; bir gün Hindûların tarlalarının bulunduğu bir köyden geçiyordu. Orada bulunanların gözleri Muhammed Bâkî-billah hazretlerine takılınca, birbirlerine: "Bu nasıl bir insandır ki, onu görünce Allah hâtırımıza geldi." dediler. Mertebesinin yüksekliğine en büyük delîl şudur: İki üç sene irşâd makâmında kaldı. Bu kısa zamanda, nice insanlar onun şerefli sofrasından nasîb aldılar. Hindistan memleketi, onların bereket ve ihsânları ile doldu ve bu diyarda garib olan, bilinmeyen Ahrâriyye yolu büyük revâç görüp, bu yoldan çok büyüklerin yetişmeleri, onların sâyesinde mümkün oldu. Ramazân-ı şerîf ayında bir gece, İmâm-ı Rabbânî hazretleri, hizmetçilerinden birisi ile yüksek üstâdına yoğurt göndermişti. Getiren şahıs hizmetçilerine değil de, doğruca Muhammed Bâkî-billah'ın kapısına gitti. Kapıyı çaldı. Muhammed Bâkî-billah bir başkasını uyandırmayıp kendisi kalktı.Yoğurt kabını elinden alıp: "İsmin nedir, nereden geliyorsun?" buyurdu. "İsmim Bâbâ'dır. Şeyh Ahmed'in (İmâm-ı Rabbânî'nin) hizmetçisiyim." dedi. Bunun üzerine; "Mâdem ki bizim Şeyh Ahmed'in hizmetçisisin, bizimle berâbersin." buyurdu. Bu kadarcık bir görüşmeden, hizmetçide bir sekr, kendinden geçme hâli hâsıl oldu. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin huzûruna gitti. İmâm-ı Rabbânî hazretleri: "Hâlin nedir? Sana ne oldu?" dedi. Kendinden habersiz, mest olmuş bir vaziyette; "Her yerde, taşlarda, ağaçlarda, yerde, gökte, anlatılamayan, vasfedilmeyen, nihâyetsiz bir nûr görüyorum. Nasıl anlatayım, ifâdeye, beyâna sığmaz." dedi. İmâm-ı Rabbânî hazretleri hocası Muhammed Bâkî-billah'ı kasdederek; "Muhakkak o mübârekler, bu biçârenin karşısında durup, karşılarında duran bu zerre üzerine bu güneşten bir şuâ aksetti." buyurdu. Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin mektuplarından kırk bir tânesi, Zübdet-ül-Makâmât kitabında ayrı bir bölüm olarak yazılmıştır. Mektuplarından bir tânesi: 6'ncı Mektup: (Bu mektup, Şeyh Tâceddîn'e gönderilmiştir.) Muhammed Bâkî-billah hazretleri buyurdular ki:
ANA DUÂSI Muhammed Bâkî-billâh, kerâmet hazînesi, İmâm-ı Rabbânî�yi, yetiştiren büyük zât, Çocuk yaşta başladı, din ilmini tahsîle, Tasavvufa girmeye, pek çoktu muhabbeti, Feyz alacak bir velî, bir büyük arıyordu, Öyle çok arardı ki, böyle kâmil bir zâtı, Hattâ Lâhor şehrinin, killi olup toprağı, Bu çamurlu yollarda, bir miktar yol yürümek, Lâkin o, hiç aldırış, etmezdi zerre bile, Bir üstad bulmak için, çırpınıp duruyordu. Gece yarılarında çıkarak sahralara, �Yâ Rabbî, evlâdımın, murâdı neyse şâyet, Ya kavuştur oğlumu, ne ise, murâdına, Böyle duâ ederdi, göz yaşları dökerek, Hem dahî birden fazla, hizmetçiler var iken, Tâze pişen ekmeği, verip talebelere, Zevk ile yapıyordu, bilumum hizmetleri, Oğlu bunu görerek, çok acıdı hâline, Ve lâkin vâlidesi, öğrendi bu haberi, Dedi: �Ne kabahatim, oldu ki, bilmiyorum, Ömrümün sonlarında, şu mübârek dergâha, Hizmet etmekten gayri, yok idi bir sermâyem, Âhirette kurtuluş, ümîdim bu hizmeti, O, böyle söyleyerek, ağlardı kederinden, Onun bu üzüntülü, hâlini öğrendiler, �Efendim olsun şundan, mâlûmatı âlîniz, Buyurdu ki: �Ben ona, merhamet ettiğimden, Mâdemki üzülüyor, hizmetin gittiğine, Vâlidesi sevinip, şükreyledi Allah'a, Ganîmet biliyordu, o yaşta bu hizmeti, İlâhî, bu anneyle, oğlunun hürmetine, |