26 Ekim'de Yayınlanan Yazı Yazdır E-posta
UNUTMAYALIM Kİ, UNUTULMAYALIM

Unutmazsak, unutmazlar, hatırlarsak, hatırlarlar inşallah.

26 Ekim 2001... Sabaha karşı, binlerce seveninin hastane bahçesinde başlayan sessiz çığlıklarından hasıl olan gözyaşları, Eyüb sultanda namazda ve kabristanda da, sel gibi aktı, aktı, aktı... Hâlâ durmadı.

Altı yıl geçti unutulmadı, unutulmayacak ve unutulmamalı da.

Âşıkları, cennet bahçesi olan kabrlerini ziyaret ederek bir nebze ferahlamakta, eski hâtırâları hatırlamakta, kalbden kalbe konuşarak rahatlamağa çalışmaktadır.

Zaten insanın üç türlü babası vardır, en mühimi dîn'i öğrendiği hocasıdır. Yani insanın hocası babası gibidir, hattâ daha da önemlidir. Hoca hakkı çok mühimdir, unutulmamalıdır. Hergün manevî hediyelerini göndermelidir, her atılan adımda, her yapılan işte, her an hatırlayıp, hocam bundan razı olur mu demelidir ki, kendimizi kontrol edebilelim. Zîrâ insan başı boş değildir.

Işık olmazsa göz görmezmiş, karanlık ve tehlikeli tuzaklarla dolu olan ahiret yolculuğunda bu tuzakları bilen bir mübarek zât elimizden tutmazsa, bir ışık olmazsa bu meşakkatli, karanlık, tehlikelerle dolu olan yolculukta nasıl yürünebilir ki? Allahü teala kime Işık nasib ederse çok şükretmesi lazımdır, ki bu çok büyük bir şanstır. İmam-ı Rabbani hazretleri kuddise sirruh, buyuruyorlar ki: Bu dünyada Allahü tealanın bir kuluna en büyük nimeti, bir dostunu ona tanıtmasıdır. İmanımızı, ihlasımızı, her şeyi onlara borçluyuz. Her şeyin hakkı ödenebilsede hocanın hakkı ödenemez. Elimizden geldiği kadar okumak, ruhlarına hediye etmek, onların gıyabında, huzurunda, her hususta teşekkür etmek zorundayız. Çünki hadis-i şerifde buyuruluyor ki: Eğer birisi size bir iyilik yaparsa, siz de teşekkür etmezseniz, Allahü tealaya şükretmiş olamazsınız. Ehl-i sünnet itikadı çok zor elde edilir. Böyle bir zatın bize ehl-i sünnet itikadını öğretmesi ele geçmez bir hazinedir ve en büyük seadettir.

İnsanın vücudunda en kıymetli organ kalptir. Bizim dinimizin esası, kalbi hastalıktan kurtarmaktır. Çünkü kalbi hasta yapan, insanın içinde bir düşman vardır. Hem Allah’a düşman, hem de kalbe düşmandır. O da insanın nefsidir. Nefse karşı bir panzehir lazımdır. Bu panzehir, bu büyük zatların kendileri veya eserleridir. Eser deyince; hem kitapları hem de talebeleridir. O zatlardan birine rastlayan kurtulur. Onun için insan dünyada beraber olduğu kişiyle haşr olunacaktır. Kim olduğumuz değil, kiminle olduğumuz önemlidir. Çünkü insan nasıl yaşarsa öyle ölür, nasıl ölürse öyle diriltilir. Kimlerle berabersek, ahirette de onlarla beraber olacağız. Çünkü Peygamber efendimiz buyuruyor ki: El mer’ü mea men ehabbe. Dünyada birbirini sevenler ahirette beraber olurlar inşallah.

Kendilerini ilk tanıdığımda, (1969 senesi) çocuk yaşlarda orta mekteb talebesi idim. Kitab evinde ellerini öptüğümde "sen Kur'an-ı kerim okumasını biliyor musun" buyurmuşlardı. Dünyaya hiç rağbet etmezlerdi, mübarek kalblerinde dünyaya ait hiçbir şey yoktu. Kendilerine bir sual sorulduğunda, sual soranın dünyasını değil, ahiretini düşünerek cevab verirlerdi. Dünyanın geçici olduğunu, hayatın hayal olduğunu herzaman hatırlatırlardı. "Hayat hayaldir" sözünü her zaman kendilerinden işitirdik.

İlim öğrenmeye ve boş vakit geçirmemeye çok ehemmiyet verirlerdi. "İlim öğrenmek kadın-erkek herkese farzdır" ve "Allahü teâlânın bir kulunu sevmediğinin alâmeti onun mâlâya’nî ile boş şeyler ile vakit geçirmesidir" hadîs-i şeriflerini de her zaman tekrarlarlardı. Hayatta nasıl muvaffak oldunuz diye sorulduğunda, bir hadis-i şerifi rehber edindim, bugünkü işimi yarına bırakmadım buyurmuşlardı.

Hocası Abdülhakim Arvasi hazretlerini o kadar çok severlerdi ki, O'ndan anlatmadıkları bir gün olmamıştır.

Birisi, hocanızı bu kadar çok seviyorsunuz siz ondan ne öğrendiniz dediğinde: "Bir tek şey öğrendim, kim sevili, kim sevilmez... Bu da bana yetti" buyurmuşlardı.

"İnsan seveceği kimseyi iyi seçmeli, ona göre sevmeli" sözü, bir çok sevenine düstur olmuştur. Çünkü, herkes dünyada iken kimi severse ahirette onun yanında haşrolacağını bildiren hadîs-i şerifin ehemmiyetini talebelerine çok iyi öğretmişlerdi çok. Zâten îmân demek de bu demek değil miydi!

Allahü tealanın sevdiklerini Allah rızası için sevmek, Allahü tealanın sevmediklerini de yine Allah rızası için sevmemek... Bu muhabbet bir kula verilmişse ona verilmeyen ne ki? Bu muhabbet verilmemişse ona verilen ne ki?

Doksan yıllık ömürleri dolu dolu geçmiş, insanlar yanmasın diye, bir kişi daha dinini öğrensin diye, fevkalade bir gayret sarfetmişler, bu emr-i mâruf vazifesinde sevenlerine numûne olmuşlardı.

Allah adamları görülünce Allahü teala hatırlanır sözü gereğince, yanında bulunanlar sanki dünyadan çıkıp başka bir hayata giderlerdi.

Kalb kırmaktan çok sakınırlar, ve kalbin nazargâh-ı ilahî olduğunu, hiç kimsenin kalbini kırmamayı, kalb kırmanın, kâbeyi yıkmaktan daha büyük günah olduğunu, herkesle iyi geçinmeyi, hiç kimseyle münakaşa dahi etmemeyi, fitne çıkarmamayı, kanunlara uymayı talebelerine nasihat ederlerdi.

Hayatlarını çok kısa olarak özetlemek gerekirse 3 cümle ile özetlemek mümkündür: Okumak, okutmak ve tatbik etmek. Onları seven onların yolunda olmalıdır. Onların yolunda olmak ehl-i sünnet itikadını öğrenmek ve öğretmektir. Onlar, arının bin türlü çiçekten toplayıp bal yaptığı gibi, o kitapları hazırlayıp önümüze koydular. Bizim de, okumamız ve okuduğumuzu birilerine anlatmamız yani bu büyüklerin kitablarını başkalarına da vermemiz lazımdır, ilim mutlaka yayılmalıdır. İlim olmazsa din olmaz. Eğer biz bu hizmeti yapmazsak, bizden sonra gelecek olan nesil, bizden davacı olur.

1329/1911 senesinde İstanbul'da Eyyübsultan'da dünyaya gelmiştir.

Ömrü boyunca arabî ve farisî tercemeler yaparak gençliğe hizmet için çalışmıştır. Kendi hâzırladığı 62 arabî ve 22 fârisî ve (başta Tam İlmihâl Se'âdet-i Ebediyye olmak üzere) 14 Türkçe ve bunlardan terceme ettirdiği, Fransızca, İngilizce, Almanca, Rusça ve Arnavutça ve diğer dillerdeki kitâbların miktârı yüzden fazladır.

Hayatlarını anlatmak mümkün değildir. Ancak eşsiz hazîne olan eserleri okunursa daha iyi tanımak nasîb olabilir. Zaten bizim yaptığımız anlatmak, övmek değil, belki birkaç söz ile güneşi tarif etmektir.

O büyükleri meth etmek için diller kafi değildir, aşk ateşi gönül işidir, yürek bu işden anlarmı... Güzeller güzelini, gönüller kıblesini göremeyenler, aşkıyle tutuşup kavrulmayanlar, çok büyük zarardadır, bu bulunmaz pınara kabını koyamayanlar.

• 1 Receb-ül-ferd 1394 ve 21 Temmûz 1974 Pazar günü hazırlamış oldukları Vasıyetnâmeleri şöyledir:

Aklı olan herkes, dünyâda râhat ve huzûr içinde yaşamak, âhirette de, azâbdan kurtulup, sonsuz nîmetlere kavuşmak ister. İşte bunun için, Seâdet-i Ebediyye kitâbımı yazdım. Dünyânın her yerindeki her çeşit insana seâdet yolunu göstermek için uğraştım. Önce, kendim öğrenmek için çok çalıştım. Senelerce, yüzlerle kitâp okudum. Târihi, tasavvufu çok inceledim. Fen bilgileri üzerinde çok düşündüm. İyi anladım ve inandım ki, dünyâda râhata ve âhirette sonsuz iyiliklere kavuşmak için, “Sâlih Müslüman” olmak lâzımdır.

Sâlih olan mümin, Ehl-i sünnet itikâdındadır. Ehl-i sünnet itikâdında olana Sünnî denir. Ehl-i sünnetin dört mezhebinden Hanefî, Mâlikî, Şâfi’î, Hanbelî’den birine uyar. Böylece, her hareketinde İslamiyete tâbi olur. İbâdetlerini kendi mezhebine göre yapar. Harâmlardan sakınır. Bunlarda bir kusûru olursa, şartlarına uygun tevbe eder. Sâlih Müslüman Cehenneme hiç girmez. Sâlih Müslüman olmak için, din bilgilerini Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâplarından öğrenmek lâzımdır. Câhil olan kimse, sâlih değil, Müslüman bile olamaz. Sâlih Müslümanın nasıl olacağını Seâdet-i Ebediyye kitâbımda uzun bildirdim Kısacası:

1- Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği gibi inanmalıdır.

2- Dört mezhebden birinin fıkıh kitâbını okuyarak, din bilgilerini doğru öğrenip, buna uygun ibâdet yapmalı ve harâmlardan sakınmalıdır. Dört mezhebden birinde olmayan veya dört mezhebin kolay yerlerini ayırıp bir araya toplayan, yâni mezhebleri birbirine karıştıran kimseye mezhebsiz denir. Mezhebsiz olan sapık olur.

3- Çalışıp para kazanmalıdır. Dine uygun yolla kazanmalıdır. Fakîr kimse, bu zamanda, dînini, nâmûsunu, hakkını bile koruyamaz. Bunları korumak ve İslâmiyete hizmet edebilmek için, fennin bulduğu yeniliklerden, kolaylıklardan faydalanmak da lâzımdır. Helâl kazanmak ve cihâd etmek, büyük ibâdettir. Namaza mâni olmayan ve harâm işlemeye sebeb olmayan her kazanç yolu, hayırlıdır, mubârektir.

İbâdetlerin ve dünyâ işlerinin faydalı, mübârek olması, yalnız Allah için yapmakla, yalnız Allah için kazanmakla ve yalnız Allah için vermekle, kısacası, İhlâs sâhibi olmakla olur. İhlâs, yalnız Allahü teâlâyı sevmek ve yalnız Allah için sevmektir.

Mürşidi kâmillerden, Allah dostlarından feyz almak isteyenin sâlih Müslüman olmaları lâzımdır. Ehl-i sünnet itikâdında olmayan, meselâ Eshâb-ı kirâmdan herhangi birine dil uzatan ve dört mezhebden birine uymayan, harâmdan sakınmayan, meselâ zevcesini, kızını açık gezdiren ve çocuklarının İslâm bilgisi, Kur’ân-ı kerîm öğrenmeleri için çalışmayan bir kimse sâlih bir Müslüman olamaz.

Peygamberimiz de “sallallahü aleyhi ve sellem”, “Benim yolumda ve benden sonra dört halîfemin yolunda olunuz!” buyurdu. Dört halîfenin yolunda olan İslâm âlimlerine “Ehl-i sünnet” denir. Görülüyor ki, Allahü teâlânın sevgisine kavuşmak için, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâplarında yazılı olduğu gibi imân etmek ve bütün sözleri, işleri, onların bildirdiklerine uygun olmak gerekiyor.

Allahü teâlânın sevgisine kavuşmak isteyenin, böyle îmân etmesi ve böyle yaşaması lâzım olduğu anlaşılıyor. Bir insanda bu ikisi olmazsa, o sâlih Müslüman olamaz. Dünyâda ve âhırette râhata ve huzûra kavuşamaz. Bu ikisi, yâ mürşidi kâmillerin kitâplarından okuyarak öğrenilir, yâhut, bir mürşid-i kâmilden görerek elde edilir. Mürşid-i kâmilin sözleri, bakışları ve teveccühleri insanın kalbini de temizler. Kalb temîz olunca, îmânın, ibâdetlerin tadı duyulur. Harâmlar, acı, çirkin ve iğrenç görünürler. Allahü teâlâ, kullarına merhamet ettiği zaman, Mürşid-i kâmil çok bulunur ve tanınmaları kolay olur. Kıyâmet yaklaştıkça, Allahü teâlânın kahrı, gadabı dahâ çok zuhûr edecek, Mürşid-i kâmiller azalacak, tanınmayacaklardır. Câhiller, sapıklar, zındıklar, din adamı olarak ortaya çıkacak, insanları aldatacak, felâkete sürükliyecekler. “Kâtı’ı tarîk-ı ilâhî” yani Hakka giden yolu kesiciler olacaklardır.

Böyle karanlık zamanlarda îmânı ve din bilgilerini, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarından öğrenenler kurtulacak, câhillerin, mezhebsizlerin yazdıkları uydurma din kitâblarının yaldızlı, heyecanlı kelimelerine aldananlar, doğru yoldan kayacaklardır.

Yâ Rabbî! Günâhlarımız büyük ve çok ise de, senin af ve magfiretin de sonsuzdur. Sevdiklerinin hürmetine bizi af ve magfiret eyle! Âmin.

ESERLERİ:

1-Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye,
2- Fâideli Bilgiler,
3- Hak Sözün Vesikaları,
4- Herkese Lâzım Olan Îmân,
5- İslâm Ahlâkı,
6- Eshâb-ı Kirâm,
7- Kıyâmet ve Âhiret,
8- Müjdeci Mektûblar Tercemesi,
9- Cevâb Veremedi,
10- İngiliz Câsûsunun İ’tirâfları,
11- Kıymetsiz Yazılar,
12 - Şevâhid-ün Nübüvve tercümesi,
13- Menâkıb-ı Çihâr Yâr-ı Güzin tercümesi.

Bunların dışında, Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca, Almanca yüzün üzerinde kitabı vardır. Bu kitaplar, Hakikat Kitâbevi tarafından dünyanın her tarafına yayılmaktadır.

26 ekim tarihi, benim ve birçok arkadaşımın, sevdiğimin hüzünlü olduğu bir gündür. Dünya ve ahiret, herşeyimizi kendisine borçlu olduğumuz, bir çok ehl-i sünnet müslümanın üzerinde en büyük emeği olan hocamız Hüseyn Hilmi Işık rahmetullahi aleyh efendi hazretleri dünyadan ahirete irtihal etmişti. Sevenleri hergün, hersaniye hocalarını unutmamaktadır, unutmayacaktır ve unutmamalıdırlar manevi hediyelerini hergün göndermektedirler. Huzurpınarının muhterem mensublarından ricamız, bu mübarek zâtın ruhuna hiç olmazsa bir fatiha okumanızdır.

Biz dünyada iken onlara sahip çıkarsak onlarda bize ahiretde sahip çıkarlar. Unutmazsak, unutmazlar, hatırlarsak, hatırlarlar.

Allahü teala şefaatine kavuştursun inşallah. Allahü tealaya emanet olunuz efendim.

UNUTMAYALIM Kİ, UNUTULMAYALIM

Allahü teala şefaatine kavuştursun inşallah.

Ali Zeki Osmanağaoğlu (Huzur Pınarı Mail Grubu)
 
< Önceki   Sonraki >