Şiirler Yazdır E-posta
bu âlem görünür bir serây gibi, ışık olmayınca, zindâna benzer!

Bu sesler yabancı, özler yabancı, bakışlar yabancı, gözler yabancı;
dudaklar gülse de, ma’nâ yabancı, gördüğüm rü’yâlar, bir zanna benzer!

Güllerin başkadır, ateşin başka, aşkınla tutuşan, bülbülün başka;
şu elin güzeli değmiyor aşka, bir güzel görmedim, cânâna benzer!

Bakdıkca yakından güneş yüzüne, dahâ çok inandım tatlı sözüne,
şifâsın, rûhumun üzüntüsüne, sohbetin her derde dermâna benzer!

Ayrılık yakıyor gece ve gündüz, geceden karanlık oluyor gündüz,
bu yıl da gurbetde geçen ömrümüz, cefâsı bitmiyen, devrâna benzer!

--------------------------------------------------------------------------------

Ey lâtifler lâtifi, ey kalblerin meliki,
İlim, takva ehlinin reisi, ehl-i sünnet varisi.
İnsanların üstünü, doğru yolun rehberi,
hayât esrarını çözen, âriflerin serveri.

Asrın müceddidi, o vâris-i enbiyâ...
Yürekler dayanır mı Sizden ayrı kalmaya?

Her kelamında rûhlara, âb-ı hayât akıyor,
her sözü, kalblerden, pasları kaldırıyor.
Aşkıyla tutuşup da, yanıp kavrulmayanlar,
ne büyük zarardadır, nasibi olmayanlar!

Yapayalnız bir insan ulaşır mı felaha?
Yürekler dayanır mı Sizden ayrı kalmaya?

Vurulmamak ne mümkün! Nur akan simanıza,
seçilmişler vâsıldır, hizmete zatınıza.
Mümkün olamaz karşılık, bizdeki hakkınıza,
cana minnet biliriz, kulluğu kapınıza.

Onun hürmetine yâ Rab, bizi Ondan ayırma!
Yürekler dayanır mı Sizden ayrı kalmaya?

Resûlullahı, gösteren aynadır bizatihi!
Abdülhakim efendinin göz nurudur kendisi!
Kurtarır layık olsak, teveccühünüz bizi,
neler kazanmazdık ah! tanıyabilsek sizi...

Ey gönüller sultanı, canım dayanmaz daha,
Yürekler dayanır mı Sizden ayrı kalmaya?

Gözlerimi kapayıp, derin düşünüyorum,
hayâlimde, rûhumda, bir ışık görüyorum.
Kalbleri pak eden, bakışlar önündeyim,
fakat bu, rü’yâ değil, bilmiyorum nerdeyim.

Sevdamız bu ışığadır, rûhların tek matlûbuna...
Yürekler dayanır mı Sizden ayrı kalmaya?

Doğrusu bu cihanda, başkaca ışık yoktur,
Olsa bile sönüktür, ziyasız ve donuktur.
Sizi bilenler bilir, bilmeyene söz yoktur.
Bu nadide sofrada, kırıntı bize çoktur.

Bu ışık kavuşturmuş , âşıkları ma’şûka...
Yürekler dayanır mı Sizden ayrı kalmaya?

Bizden sadır olanlar, sizi sena edemez,
boş laftan, yanlış sözden, daha öte gidemez.
Hakire sükut düşer, karga nağme edemez!
Sizi meth-ü senaya, diller de kafi gelmez.

Sevenlerin ne yapsın, zulmet dolu dünyada...
Yürekler dayanır mı Sizden ayrı kalmaya?

Sevenleriniz ardınızdan yetim kaldı,
Sizi seven âşıkların ciğeri parçalandı.
Kararan gönüllere ilim meşalesiydiniz,
İlim, takva ehlinin şüphesiz reisiydiniz.

Unutulmaz sessiniz, ehl-i sünnet yoluna
Yürekler dayanır mı Sizden ayrı kalmaya?

Bir teveccühle, gaflet perdelerini gideren,
bir tebessümle, sonsuz se’âdetleri veren.
İlm, irfân, kerâmet, hârikalar menba’ı,
bu dünyâ nazarında, sanki örümcek ağı.

Ebedî sultân olur, bende olan Onlara.
Yürekler dayanır mı Sizden ayrı kalmaya?

Alimlerin rehberi; âşıklar sığınağı;
Dünya zulmette iken, kurtardınız etrafı.
Sel gibi aktı yaşlar, sevenin gözlerinden.
Ölüm size düğündür,biz olduk elem çeken.

sevenlerin ne yapsın zulmet dolu dünyada?
Yürekler dayanır mı Sizden ayrı kalmaya?

Bizimki övmek değil; nafile bir gayrettir,
Belki birkaç söz ile, güneş’i tarif etmektir.
Aşığa gönül gerek, bizlerdeki yürektir.
Bu yolda makbul olan, kendini hiç bilmektir.

Bu dünyayı terk ettiniz, kavuştunuz maşuğa.
Huzur ailesi dayanır mı Sizden ayrı kalmaya?

--------------------------------------------------------------------------------

Öyle neşeliyiz seviniyoruz,
sanki bulutlarda dolaşıyoruz,
uzansak ay'ı elimizle tutarız,
eğilsek yıldızları toplarız.

Çünki, bizi muhatap aldı rabbimiz,
onun emr ve yasaklarına tâbîyiz,
ve de öyle bir nebînin ümmetiyiz,
uğruna kâinatı yarattı rabbimiz.

Herkes kendi hocasıyla övünür,
benim sahibim kâinatın en üstünüdür,
hocamın hocalarının hocasıdır o server,
onsuz olunurmu iki alemde münevver.

Bu nimet öyle büyük şereftir-saadettir,
kıymetini bilmeyeni dövmek gerektir,
bukadar nimet içinde kimki üzüntülüdür,
milyar sahibinin kuruş kaybetmesi gibidir.

Böyle şerefli bir kafileyiz, aileyiz, ümmetiz...
müjdelerolsun, kavuştuk nimetlere, dahane isteriz.
buna rağmen dünya için hala üzülürsek biz,
Rabbimizi gücendirir, büyüklerimizi incitiriz.

--------------------------------------------------------------------------------

Ey güzeller güzeli, ey gönüller kıblesi,
Aslı, doğruyu gören, ehl-i sünnet varisi.
Sensin mürşid-i kamil, sensin ilmin hamisi,
Sensin dertlere deva, zamanın bir danesi...

Görmeyip bu güzeli, iyi anlamayanlar,
Bu bulunmaz pınara, kabını koymayanlar,
Aşkiyle tutuşup da, yanıp kavrulmayanlar,
Ne büyük zarardadır, nasibi olmayanlar!

Vurulmamak ne mümkün! nur akan simanıza,
Seçilmişler kavuşur, hizmete zatınıza.
Bilsek ki karşılıktır, bizdeki hakkınıza,
Cana minnet bilirdik, kulluğu kapınıza.

Duymakla tebdil oldu, mubarek isminizi,
Kalbimizin dileği, gönlümüzün sevgisi.
Kurtarır layık olsak, teveccühünüz bizi,
Neler kazanmazdık ah! tanıyabilsek sizi.

Doğrusu bu cihanda, başkaca ışık yoktur,
Olsa bile sönüktür, ziyasız ve donuktur.
Sizi bilenler bilir, bilmeyene söz yoktur,
Bu nadide sofrada, kırıntı bize çoktur.

Bizden sadır olanlar, sizi sena edemez,
Boş laftan, yanlış sözden, daha öte gidemez.
Hakire sükut düşer, karga nağme edemez!
Sizi meth-ü senaya, diller de kafi gelmez.

Bizimki övmek değil; nafile bir gayrettir,
Belki birkaç söz ile, şems’i tarif etmektir.
Aşığa gönül gerek, bizlerdeki yürektir,
Bu yolda makbul olan, kendini hiç bilmektir.

--------------------------------------------------------------------------------

YÜREKLER DAYANIR MI?

Yaktın yandırdın bizi, boynumuz bükük kaldı,
O muhteşem tabutun Eyüp'te havalandı.
Seni seven âşığın ciğeri parçalandı.
Senden ayrı kalmaya yürekler dayanır mı?

Kararan gönüllere ilim meşalesiydin,
Ehl-i Sünnet yolunun unutulmaz sesiydin,
İlim, takva ehlinin şüphesiz reisiydin.
Senden ayrı kalmaya yürekler dayanır mı?

Alimlerin rehberi; âşıklar sığınağı;
Dünya zulmette iken, ateşledin çırağı,
Mekanınız olmuştu Ehl-i Sünnet durağı.
Senden ayrı kalmaya yürekler dayanır mı?

O mübarek bedenin toprağa verilirken,
Sel gibi aktı yaşlar,sevenin gözlerinden.
Ölüm sana düğündür,biz olduk elem çeken.
Senden ayrı kalmaya yürekler dayanır mı?

Dünya meşakkatin yok, her daim ikramdasın,
Efendi ile şimdi, sohbette, safadasın
Zulmet dolu dünyada sevenlerin ne yapsın?
Senden ayrı kalmaya yürekler dayanır mı?

Seni seven aşığın halleri ne olacak?
Var mı cihanda senin yerini dolduracak?
Bid’at ehli olanlar şeytanla yarışacak.
Senden ayrı kalmaya yürekler dayanır mı?

Ey gönüller sultanı; canım dayanmaz daha.
Bu dünyayı terk ettin uçup gittin Allah'a
Yapayalnız bir insan ulaşır mı felaha.
Senden ayrı kalmaya yürekler dayanır mı?
Gafletteki insanlar, gün gelir uyanır mı?

--------------------------------------------------------------------------------

Bir zamanlar Ehli Sünnetin Şerefli bayrağını
Hiç yılmadan samimiyetle azimle taşıyan
Anadolu'yu saran sinsi küfür kancalarını
Müminlerin kalplerinden bir bir söküp atan

Seyyid Abdulhakimdi o en nurlu soydandı
Müminlere hakiki dost kafirlere düşmandı

Mütevaziydi,konuşmazdı hiç kendi aklından
Ben dediği işitilmedi naklederdi her zaman
Öyle bir veliydi ki o secdeye vardığı an
Nurlar saçılırdı arşa Kaşgari Dergahından

Bugün her kim sahipse ilim amel ihlasa
Ve kimin kalbinde bu yola muhabbet varsa
Borçludur onun orada yaptığı büyük irşada
Borçludur nurlu dergahında yetişen aşıklara

O halde; evde ,işte sohbette dualarımızda
Rahmetle analım daima Seyyid Abdulhakimi
Ve onu bize tanıtan , dünyayı nurladıran
Ehli Sünneti cihana yayan, mürşidimizi
Kutbi İrşad Hüseyin bin Said İstanbuli'yi

--------------------------------------------------------------------------------

26 ekimde öyle bir güneş ki batmıştı
Gökteki yıldızlar siyah bend takmıştı

Mübarekler bizlere ettiler ki veda
Öksüz bi kes kaldık bu fani dünyada

Mahzun ve kederli idi Manolya feyz bahçesi
Hakka rucu etti ehli sünnetin ciğerparesi

Ehli sünnet vel cemaat onun davası
O idi bu davanın yıkılmayan kal’ası

Onunla yeniden şahlanışa geçti dini mubin
Dalgalandı hiç durmadı bayrağı Ehli sünnetin

İnsanlara o yayardı hakiki islamı
Onun içi yazdı bunca kiymetli kitabı

Baktı ki çoğalmıştı veren fetvayi diniyye
Cevabıydı Tam ilmihal seadeti ebediyye

Ona az iftira atmadı mason ve vehhabiler
Mezhepsizlere ki zehirdir Faideli bilgiler

Çok tesirli idi onun nasihat kelamları
Buna sadece sebebti Hak sözün vesikaları

Öyle artmıştı ki gaflet ve bozuk iman
İlacıydı Herkese lazım olan iman

Nakış nakış onda dokunmuştu Resullullah ahlakı
Büyük bir ihsanıydı bizlere İslam ahlakı

Seyyidden aldığı feyizleri bize eder ki ikram
İzinden gittiği çok sevdiği idi Eshabı Kiram

İlahi! doğru yolu herkese nasib et
Çünkü çok şiddetlidir Kiyamet ve Ahiret

Kaynak olmuştu İmamı Rabbaninin mektubları
Bizlere hediyye eyledi Müjdeci Mektubları

O'nun için herkes kendince atıp söyledi
O Mübarek ki ona kimse Cevab veremedi

Yabancı desteğindeydi Ehli sünnet düşmanları
Buna senettir İngiliz casusunun itirafları

Kapışılınca nasibli insanlarca onun yazdıkları
Hazır bir lokma sundu Kıymetsız yazıları

Çok sever ve överdi muhammed nebiyyi
Yeniden müjedeledi Şevahidün nübüvveyi

Bitmez tükenmez kalemi ehli sünnetin
Son sözü Menakıbı çihar yari güzin

İşin özü hakikat bilinmeyen kaynağı ise İhlastı
M.Sıddık Gümüş Mübareğin kullandığı mahlastı

Bizlere emri idi, kitap ve Kuran okumak
Birinci vazifemiz kitablarını yaymak

Biz öyle muhiptik ki bilmedik kiymetini
Haddimiz olmadan dileriz şefaatini

Ölümden vefata dağişmeyen mekan Eyyup sultan
Göz yaşları ile himmet bekler bunca muhibban

Alimlere özlemin giderdi Kaşgari Dergahı
Çünkü artık orada ehli sünnetin serdarı

Gözün aydın cennet kavuştun ni’mete
O Mübarek ki geldi seni ziyarete…

--------------------------------------------------------------------------------

Dokunuyor artık yalnızlık
Hüznü yudum yudum içtim bu sene
Bir güz vakti kayıp gitti ışığım,
Bu yıl yüreğimi kanatan,
Haberlere alışığım!

Gözlerimden okunur yalnızlık
Ve şimdi yüreğime
Yaman dokunur yalnızlık!
Bir güz vakti Eyüpsultan’da
Kumrular ağlarken gidişinize

Otuzüç veliyi ve sizi andım,
Sizi omuzlarda gördüğüm zaman
Yandım!
Cami avlusunda dolaştım durdum,
Safların en arkasında yer aldım
Dünyam yıkıldı o gün;
Altında kaldım!

Çiçeklerden alıp bal özünü
Döktünüz kitaplara satır satır
Artık ne yanda bir hizmet görsem,
Bana sizi hatırlatır...

Dopdolu bir hayatın ardından
Böyle yüzünüzde tebessüm
Böyle sessiz, böyle mahzun
Geçip gittiniz...

Çileniz mübarek olsun!
Güllerin kokusuyla
Selam gönderdim size
Ve kitapları yaydım,
Ne olurdu o seher vakti
Yanınızda olaydım...

Sizinle tatlandı hayat,
Sizinle bereketlendi öğünümüz,
Kimbilir hangi ağacın gölgesinde
Olacak, buluşma günümüz!

Gözlerimden okunur yalnızlık
Ve şimdi yüreğime
Yaman dokunur yalnızlık!

--------------------------------------------------------------------------------

Gizlendi güneş artık, oldu her taraf zındân,
görmek istiyor gözüm, durmadan, yorulmadan,
nerde o Işık gelsin! Hiç olmazsa ırakdan,
aydınlatsın çehremi, bakışlariyle bir an,

Ne olurdu yâ Rabbî! Onu hep görebilsem,
gönlüme sürûr veren, sözlerini duyabilsem,
gözlerine bakmağa, yine doydum diyemem,
o hüsn-i cemâlini, bir milyon kerre görsem,

Nice zulmetleri hep, aydınlatdı bu Işık,
rûhlara hayât veren, şuâ’ları ne de şık,
Düşdüm zulmete, nerde aradığım bu Işık?
imdâdıma gel artık, yolum karmakarışık.

Kalbim râhatlıyor pek, sizi her ân andıkça,
bakışların gel diyor, hayâlin canlandıkça.
O eski hâtıralar, göz önüne geldikçe,
diyorum gelsin artık, nerde kaldı bu Işık?

Tâli’ gülmedi bana, çabuk kaçırdım sizi,
mâziye karışdırdı, tatlı günlerimizi,
yakdı bu hasret artık, kül etdi bendenizi,
gelsin diyorum gelsin! gelsin artık bu Işık!

Gitdi gideli beri, beni üzüntü aldı,
her zerrede bir neş’e, bir parlak ışık vardı.
Ne çâre kaldım yalnız, felek elimden aldı,
bu virâne zındânda, bir garîb (Ahmed) kaldı.

--------------------------------------------------------------------------------

Viran oluyor gönlüm senden ayrı kaldıkca,
sözlerinin tadını unutmam yaşadıkça.
Halâl et de hakkını, öleyim ben râhatca,
biçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!

Hasret, deryâlar gibi, kesdi yolumu benim,
yıllarca ayrı kalsam, seni dâim severim.
Uzak yerlere düşdüm, bu mu benim kaderim,
bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!

Sizden ayrı kalınca, uyduk hep nefsimize,
yanlış yollara düşdük, bilmem ne oldu bize.
Şeytân bakıp gülüyor, kararan kalbimize,
bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!

Rûhum çılgına döndü, göklere çıkdı âhım,
sizden pek uzak düşdüm, nedir benim günâhım?
Yüzü kara olmakdan, koru beni Allahım!
bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!

Doğar gelir inşâallah, gecelerin gündüzü,
garîblerin o zemân, gülecek hemen yüzü.
Odalarda kısıldı, mü’minin tekbîr sözü,
bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!

Pusu kurmuş hâinler, yollarımı bekliyor,
süslü, tatlı sözlerle, sen, bu yoldan dön diyor.
Îmândan haberi yok, aptal bir şey bilmiyor,
bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!

Hiç uğraşma ey câhil, dönmem billâhi geri,
hedefim, maksadım hep, iyi yoldan ileri.
Çok uğraşdı dünyâda, senin gibi serserî,
bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!

Eserini görünce, önce kıymet vermedim,
on altı yaşındaydım, kötü şeyler söylerdim.
Rahmet saçdı Allahım, hakîkatı öğrendim,
bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!

Bîçâre gönül sen de, durma çalış ilerle!
doğru yolu gösteren o zâta bak ibretle.
Sizi çok sevdiğimi, yazıyorum kalbime,
bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor!

Garib İhsân senin de, ağlıyan kalbin var mı?
Onun seveni çokdur, feryâdını duyar mı?
Engeller çelik olsa, insan bundan korkar mı?
Bîçâre gönlüm her an, sizi görmek istiyor

--------------------------------------------------------------------------------

Muzdarib bir gönülle, kâbûslu hayâllerle,
vuslat-ı cânâna ve gülistâna elvedâ!
Gizli âh çekmelerle, içli iniltilerle,
zevkıne doymadığım nevbehâra elvedâ’!

Gökler karardı yine, hiçbir yer görünmiyor,
mübhem bir kuvvet beni, her an geri çekiyor,
Mâdem ayrılacakdın, yâ niçin geldin diyor,
basdığın azîz taş ve topraklara elvedâ’!

Göz yaşım ummân oldu, yol vermiyor geçeyim,
ayrılıp, göz nûrumdan, ben nereye gideyim?
Bu firak ateşiyle, yanıp yanıp biteyim,
hergün yeniden doğan arzûlara elvedâ’!

Zulmet basdı cihânı, bütün emeller söndü,
kalbim kan ağlar dâim, rûhum çılgına döndü.
Demek ayrılık geldi ve bana yol göründü,
bu derdsiz yolculara, bu yollara elvedâ’!

Son bir def’a bakayım, o hüsn-i cemâline,
bir nazarın değişmem, bütün dünyâ mâline,
İster gülsün gâfiller, bu âşıkın hâline,
bundan böyle neş’e ve sürûrlara elvedâ’!

Rabbimden diliyorum, yakınlara gelmeni,
âh yine görebilsem, dünyâ göziyle seni!
Ayrılık pek yakıyor, al bağrına bas beni,
fâidesiz hayâllere, hulyâlara elvedâ’!

Gözün, gönlün arkada, nereye gidiyorsun?
bakmağa kıyamazken, nasıl terk ediyorsun!
(Allaha ısmarladık!) düşün kime diyorsun!
aslsız, hakîkatsız, rü’yâlara elvedâ’!

Nereye gidiyorsun, ey yârine doymayan?
bir ân fazla görmeği bulunmaz ni’met sayan,
Hasretîle gün be gün, kavrul, alevlen ve yan!
cihânı tenvîr eden en son Nûra elvedâ’!

Nereye gidiyorsun, ondan nasıl ayrıldın?
seni yakan o değil, kendi kendini yakdın!
Düşün! Göz yaşlariyle, kimin yüzüne bakdın?
ayrılırken inleyen bakışlara elvedâ’!

Mâzîyi hâle tebdîl edip, seyredeceğim,
gönlümü gözyaşîle, tesellî edeceğim.
Derin iniltîle âh, ayrılık diyeceğim,
yârı bırakıp giden, bu firâra elvedâ’!

Karşımdaki hayâlin, biraz dahâ kal diyor,
kalbini benim gibi, bu sevdâya sal diyor,
Öp elimi hasretle ve düâmı al diyor,
en derin sevgilerle, azîz yâra elvedâ’!

--------------------------------------------------------------------------------

Teshîr edici gözler, neş’e verici sözler,
hepsi hayâl oldular, ayrılık yamân oldu.
Derin derin bakışlar, içli bir hayât gizler.
dertliyim, görmiyeli, bir hayli zemân oldu.

Tâli’ yüzüme gülüp, bana sevdirdi seni,
hasret de, elem gibi, yakdı bitirdi beni.
Ben geleceğim artık, bekleyemem gelmeni,
kalbimi zulmet basdı, gözlerimde kan doldu.

Mecnûn olmuş gezerim, aşkınla bunca yıldır,
yâ bu aşkla öleyim, yâhud yanına aldır.
Ayrılık perdelerin, bir bir gözümden kaldır,
en kıymetli günlerim, ne çâre hicrân oldu.

Seni kalbime koydum, yâd ellere bakmadım,
en mu’allâ dost gibi, dilimden bırakmadım.
Ben bir ma’sûm bir kulum, başka yola sapmadım,
derim ki, candan yakın, bana bu cânan oldu.

Hayâller perde perde, gelir geçer gözümden,
hasretlik çizgileri, okunuyor yüzümden.
Sizi sevdim diyorum, aslâ dönmem sözümden,
ben râzıyım aşkımdan, bana bu, dermân oldu.

Mâziyi eşme sakın, yüreğim kan ağlıyor,
o eski hâtıralar, hep bir bir canlanıyor.
Birçok tanımıyanlar, beni mecnûn sanıyor,
ve diyorlar bu serây, vaktsiz vîrân oldu.

Ayrı kalalı beri, dünyâ bana zındandır,
kalbimde neş’e sürûr, eğer varsa, ondandır.
Benim en azîz dostum, senelerce filândır,
istemiyerek ism, bir kalıp (filân) oldu.

Sevmenin sonu varmı? ben, yok zan ediyorum,
ve benim gibi âşık, cihânda yok diyorum.
Öyle temiz, öyle saf, bir aşkla seviyorum,
kalbim, sessiz, dalgasız, engin bir ummân oldu.

--------------------------------------------------------------------------------

Bir zemânlar sohbetine erdiğim,
mübârek yüzîle, şereflendiğim,
güzeller güzelin, seyreylediğim,
bu fânî dünyâda, olagelmişdir.

Herkese nasîb olmaz, huzûrundaki ânlar,
ebedî hâtıradır, bu bulunmaz zemânlar.
Kadrinizi biz gibi, bir nebze anlayanlar,
derler ki, bu devrde, sen gibi serdâr olmaz.

Son bir def’a bakayım, o hüsn-i cemâline,
bir nazarın değişmem, bütün dünyâ mâline,
İster gülsün gâfiller, bu âşıkın hâline,
bundan böyle neş’e ve sürûrlara elvedâ’!

Hasret kaldım, hep karardım, oldum nûrumdan cüdâ,
feyz kaynağım, el-vedâ’, âh el-vedâ’, âh el-vedâ’

-------------------------------------------------------------------------------

Ah, meded Allahım sendendir, meded,
aklım alındığı yerlere geldim.
Düâmı kabûl edip, eyleme red,
sînem delindiği yerlere geldim.

Hep, âh ile zârdır, âşıkın işi,
kan ile karışdı gözümün yaşı.
İnci, mercan olmuş toprağı, taşı,
cevher bulunduğu yerlere geldim.

Dağların başına, bulutlar çıkar,
bağrımın içinde, şimşekler çakar,
Firdevs-i a’lâdan, bir servi çınar,
çıkıp salındığı yerlere geldim.

Sünbülün da’vâsı, servi dalîle,
bülbülün sevdâsı, behâr gülîle,
Muhabbet sunarken, Hakîm dilîle,
gönlüm sızladığı yerlere geldim.

Ah! Şimdi bir, ele geçse nigâhın,
bilemedim kıymetini dergâhın.
Âlem-i ervâhdan, bir şems-ü mâhın,
nûrunu saçdığı yerlere geldim.

--------------------------------------------------------------------------------

Gözlerimi kapayıp, derin düşünüyorum,
hayâlimde, rûhumda, bir delîl görüyorum.

Kalbleri temizliyen, bakışlar önündeyim,
fekat bu, rü’yâ değil, bilmiyorum nerdeyim.

Bir teveccühle, gaflet perdelerini gideren,
bir tebessümle, sonsuz se’âdetleri veren.

İlm, irfân, kerâmet, hârikalar menba’ı,
bu dünyâ nazarında, sanki örümcek ağı.

Âşıkları ma’şûka, bu delîl kavuşdurmuş,
onun ardından giden, ebedî sultân olmuş.

Her sözünde rûhlara, âb-ı hayât damlıyor,
her kelâmı, kalblerden, pasları kaldırıyor.

Yalnız bir arzûsu var, bir mahbûb peşindedir,
tecellî ile yanan, dağın ateşindedir.

Sohbeti, ehl-i soffa, huzûru andırıyor,
derdlere devâ olan, tiryâki dağıtıyor.

(İnsanların üstünü, doğru yolun rehberi,
hayât sırrını çözen, âriflerin serveri.

Güzellerin güzeli, rûhların tek matlûbu,
değil mahlûkun yalnız, Hâlıkın da mahbûbu).

Ya’nî, Resûlullahı, gösteren aynadır bu!
hadîsde bildirilen, (Sıla) sâhibidir bu!

İki bin müceddidi, o vâris-i enbiyâ,
hurmeti için yâ Rab, bizi ondan ayırma.

--------------------------------------------------------------------------------

Ömrüm boş şeylerle geçti, ah yazık!
Yarını hiç düşünmedim, ah yazık!

Hep hevaya bina kurdum, şaşkınca,
din temeli çürük oldu, ah yazık!

Afvı sonsuzdur diyerek, pek azdım,
(Kahhar) ismini unuttum, ah yazık!

Daldım günaha, yapmadım hiç hayır
niçin doğru yoldan saptım? Ah yazık!

Mal için, makam için hep uğraştım,
sonsuz nimetlerden oldum, ah yazık!

Yol bozuk ve karanlık, önde şeytan,
günah ağır, ağlarım hep, ah yazık!

Hesab defterimde yok bir iyilik,
nasıl kurtulur bu Garib? Ah yazık!

--------------------------------------------------------------------------------

Müjdeler duymaktayım yükselen bütün seste,
Üstünde okyanusun kokusu her nefeste...

Buz tutmuş okyanus ki, dalgası duyulmuyor.
Allah' ım ne büyük aşk, seyrine doyulmuyor.

Ruhumuzdan sel akar, kurak çöllere inat,
Ebediyete teslim zerre zerre kainat...

Kul olmak, kul olmak ki işte en büyük gaye,
Lale ve çiçeklerle bezenmiş büyük paye.

Eteğine sarılıp gidene yoktur elem,
Rabbime giden yol bu, anlasın bütün alem.

İhlas kurtarır bizi faniliğin yasından,
Sevilenler elbette altun kol halkasından...

Eğilsin bütün alem secdelere eğilsin,
Visâle giden yolcu bil ki yalnız değilsin.

Elbette güneş doğdu, görene selam olsun,
Nur dolu şu nakışı Ören'e selam olsun!...

Kurtuluş rüzgârı bu, bir meltem gibi esen,
Ufuklarda bir ziya, ufuklarda bir desen.

Râyihalar saçılsın ki müjde anıdır bu an,
Tepemizde uçuşur bütün zaman ve mekân.

Ufuktaki süvari bir sır gibi koşuyor,
Lâl olmuş diller suskun , gönüller konuşuyor.

Uyuyan beşeriyet Sen' de hayat bulacak,
RESÛLULLAH 'ı seven elbette kurtulacak..

--------------------------------------------------------------------------------

Ey kalbi islâm ile yanan, sevdiğim, gençler!
Bütün islâmiyyetden, size nümûnedir bu!
İlm ile ma’rifetdir, hep içindekiler,
Hakîkaten bulunmaz eşsiz hazînedir bu!

En büyük âlimlerin, en büyük velîlerin,
En meşhûr sîmaların, en ulvî gönüllerin,
Âleme ışık tutan, hayât sunan ellerin,
Kalem ve kalblerinden, sızan bir katredir bu!

Resûlullahın yolu, hakîkî müslimânlık,
Ve her iki cihânda, aranılan sultânlık,
Sulhda her an çalışan, harblerde kahramanlık,
Gösteren ceddimizden, bize emânetdir bu!

Her kelimesi huccet, ilmdir her cümlesi,
Dinle budur hakîkî, islâmiyyetin sesi.
Kalbden pasları siler ve artdırır hevesi,
İşte başlı başına, bir islâmiyyetdir bu!

--------------------------------------------------------------------------------

İlmsiz birşey olmaz, ilm herşeye başdır,
karanlık yollarda o, en azîz arkadaşdır.

Ondan sâdık dost olmaz, ondan vefâlı yâr yok,
herşeyde zarar olsa, onda aslâ zarar yok.

İlm, ucsuz bucaksız, bir ummânı andırır,
ilmden başka herşey, insanı usandırır.

Nasıl kıymetli olmaz, Allah onu övüyor,
bak! Nebî-yi muhterem, bir hadîsde ne diyor:

Ara, her yerde ilmi, o yer ister Çin olsun!
İlm öğrenmek farzdır, her mü’min için olsun.

Bak! Alî-yülmürtezâ, ne diyor dinlesene,
(Köle olurum, bana bir harfi öğretene).

Âlimler, şerî’atı, yıkılmakdan kurtarır,
âlimler yer yüzünde, zıll-i sıfâtullahdır.

Mürekkeb-i ulemâ, azîzdir hattâ şundan:
fî sebîlillah akan, şehîdlerin kanından.

Çünki, cihâd-ı ekber, ancak ilmle olur,
dâreynde, ilmi ile, âmil olan kurtulur.

Âlim, zâhidden üstün, zühd, ilmin altındadır,
âlimler, âhıretde, nebîler yanındadır.

Dime! Cihânda âlim, kalmadı, belki vardır,
aç gözünü, kalbinden zulmet perdesin kaldır!

Bu dînin âlimleri, hadîsle övüldüler,
Benî isrâ’îldeki nebîler gibidirler.

Âlimlerin bir sözü, yıllarca, bâkî kalır,
insanı en alçakdan, bâlâlara kaldırır.

Şimdi âlim bulmak zor, o hâlde ne yapmalı?
âsâr-ı ulemâyı, durmadan okumalı!

Kitâb, altun bir kafes, ilm içinde kuşdur,
kafesi satın alan, kuşa mâlik olmuşdur.

Sarıl kitâblara ki, kalbin nûr ile dolsun,
önce okuyacağın, Kur’ân-ı kerîm olsun!

Sonra, kıymetli eser, Buhârî ve Müslimdir,
ba’dehu Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânîdir.

Tesavvuf ile fıkh, burada vaslolmuşdur,
öyle bir âlimdir bu, hadîsle övülmüşdür.

Hârikalar menba’ı, hiç duyulmıyan sözler,
asrlarca çözülmez, mu’ammâ mes’eleler.

Hepsi Mektûbâtda ve tercemesinde vardır,
onsuz kurtuluş zordur, onsuz ilm, noksandır.

Eshâb-ı kirâm risâlesi de, gör, ne iyi,
oku! Güzel anla da, takdîr et sahâbeyi.

Mektûbât tercemesi, ebedî se’âdetdir,
le-hül-hamd her yerde var, temâmı bil, üç cilddir.

İbni Âbidîne bak, bir deryâ ki, sonsuzdur!
hanefîde en büyük fıkh kitâbı budur.

Gör, İhyâ-ül-ulûmu, Kimyâ-ı se’âdeti,
Gazâlîyi yâdından çıkarmazsın ebedî.

Riyâdunnâsıhîni okuyunca anlarsın,
Muhammed Rebhâmîye, ne büyük âlim dersin.

Şeyhul-ekber, Geylânî, öğren Behâ’eddîni,
böyle zâtlar korumuş, yıkılmakdan bu dîni.

Mevâhib, her eserde, adı geçen kitâbdır,
Resûl-i müctebâyı, uzun uzun anlatır.

menkıbeler pınarı, Çihâr-ı yâr-ı güzîn,
İhtiyâcı çok ona, kararan kalbimizin.

Merâkıl-felâh ve Mevkûfât kıymetlidir,
Mecmû’a-yı zühdiyye, sana çok şey öğretir.

Ma’rifetnâmeyi gör, İbrâhîm Hakkıyı bil,
çok oku Birgivîyi, sanma fâideli değil.

Terceme-i hâlleri, tanınmış Evliyânın,
içinde anlatılmış, Reşehât, Nefehâtın.

Berekât-ı Ahmedî, Mu’cizât-ül-Enbiyâ,
ne güzel yazılmışdır, Hadîka-tül-Evliyâ.

Dürr-i yektâyı da gör, hem Umdetül-islâmı,
Miftâhul-Cenneti, ey oğul ilmihâlini.

Râbıta risâlesi, tesavvufu bildirir,
musannifi (esseyyid Velî Abdülhakîm)dir.

Dahâ nice kitâb var, denizde inci bunlar,
Rahmet-i Hakda olsun, her birini yazanlar.

Bizlerden selâm eyle, yâ Rabbî, sen onlara,
kolaylık ver onların yolunda olanlara!.

--------------------------------------------------------------------------------

İlâhî nedir bu aşk, yakdı cismü cânımı?
bundaki zevk başkadır, duyulur izhâr olmaz.
Ne tarafa giderim, bırakıp sultânımı,
Seni sevdi bu gönül, ölse ele yâr olmaz!

Herkese nasîb olmaz, huzûrundaki ânlar,
ebedî hâtıradır, bu bulunmaz zemânlar.
Kadrinizi biz gibi, bir nebze anlayanlar,
derler ki, bu devrde, sen gibi serdâr olmaz.

Feth etdiniz kalbimi, gizli bir miftâh ile,
bundan sonra, nefsimin ısyânları nâfile!
Her bülbül âşık olur, böyle vefâlı güle,
kim demiş zemherîrde, ılık bir behâr olmaz.

Her sözünüz kalbime âb-ı hayât katresi,
senden başka rûhumun yok kurtuluş çâresi.
Ey! Cihânın şu ânda, bir teki, bir dânesi!
biz günâhkârlar için, bundan büyük kâr olmaz!

--------------------------------------------------------------------------------

Gönlüm nûru, feyz kaynağım, oldu bizden irak,
zulmet-i hicrânda kaldı rûhum pür iftirâk.

Göz yumup dâr-ı fenâdan baş açık, çıplak endâm,
can atıp dâr-ı bekâya eyledi azm-i hirâm.

Etdi ol sabî, genc gibi, zîr-i zemînde durak,
söylerim alevlenince canda nâr-ı iştiyak.

Hasret kaldım, hep karardım, oldum nûrumdan cüdâ,
feyz kaynağım, el-vedâ’, âh el-vedâ’, âh el-vedâ’.

Uğrayıp bâd-i hazân, gitdi bizden ol bî-bedel,
sohbetine mahrûm kaldım, götürdü bir soğuk yel.

Uçdu çün ol rûh-ı ma’sûm, bizlere verdi melel,
kapdı nâ-geh ol kuzuyu sürüden gürk-i ecel.

Gam çölünde vâlüh-ü hayrân kaldım pür kesel,
dâr-ı ukbâda haşr ede onu bizle Lem-yezel.

Nûr haznesi, mahmel-i tâbûta olunca sürûr,
menzil-i aslına azm etdi o rûh-ı pür-nûr.

Kaldı dil, râh-i felâket içinde bî-kes-ü zâr,
âteş-i hasret yakıp etdi vücûdüm hâk-i sâr.

Netdiğim, ne söylediğim bilmezem mecnûn gibi,
gözlerim yaşı akar, selle olur bî-ihtiyâr.

Zilhicce başlamışdı, giydi kefen ihrâmını,
dedi lebbeyk, işitince ecelin peygâmını.

Bakmadı dünyâ-yı denîye, fehm etdi encâmını,
sa’y edip, kurb-i hudâda eyledi bayrâmını.

Dilerim Safâ üzre bula Hakkın in’âmını,
cânını kurban edip, nûş etdi mevtin câmını.

Hâfız-ı Kur’ân olmuşdu oniki yaşındayken,
şâfi’î Zinnûreyn Osmân, yoldaşı gılmân ola,

Hem de o yaşda kavuşdu bir Velî nazarına,
bağ-ı Cennetde makâmı ravda-i Rıdvân ola.

Sohbeti olmadıkca, dünyâ bana zından ola,
kabri içre mûnisi îmân ola, Kur’ân ola.

Kabr-i pâkin her Cum’a varıp ziyâret edelim,
meşhedi tâşına yüz sürüp, kanâ’at edelim.

Kur’ân-ı kerîmi rûh-ı pâkine tilâvet edelim,
rûz-u şeb hayr ile yâd etmeği âdet edelim.

Îş-ü nûşundan fânî dehrin ferâgât edelim,
çünki takdîr-i Hudâdır buna itâ’at edelim.

Şiddetli ecel rüzgârı buldu, o körpe dalı,
kara toprak aldı altına o feyz menba’ını.

Ağla ey Dâ’î kaçırdın kalbinin devâsını,
Resûlullahdan gelen silsilenin halkasını.

Göz yaşların gam değil, yıkarsa dehrin çarkını,
diyelim hasretle her ân, âh ölüm târîhini (1057).

Hasret kaldım, hep karardım, oldum nûrumdan cüdâ,
feyz kaynağım, elvedâ’, âh elvedâ, âh elvedâ’.

--------------------------------------------------------------------------------

Ey gözlerimin nûru, ey cândan yakîn cânân!
Abdülhakîm Arvâsî, hasta rûhlara dermân!

Bizler nerde siz nerde, perdeler feth olmuyor,
Sizden uzak kaldıkca, kalbler râhat bulmuyor.

Sohbetden, muhabbetden, dâim konuşurdunuz,
Talebe, hocası ile ölçülür, diyordunuz.

Adım adım, hakîkat yolunu geçmişsiniz!
Rûhları serhoş eden, şerbetden içmişsiniz!

Dünyâ yok gözünüzde, kalb sâhibi ile meşgûl,
Sensin cihânda şimdi, Rabbin en sevdiği kul!

Tevâzû’, büyüklüğün alâmeti derdiniz,
Her hareketinizde bunu gösterirdiniz.

Cihân zûlmetde iken Fehîm nûr saçıyordu,
O haznedeki esrâr, hep size nasîb oldu!

Ya Rabbî! Seyyid Fehîm, ne büyük mürşid imiş,
ölü kalbi dirilten, bir Hakîm yetişdirmiş.

Resûlullahdan gelen, nûru nakş etmiş size,
En büyük arzûmuzdur, kavuşmak lutfünüze!

Nûra kavuşulur mu, bir rehber olmadıkca?
Kalbleri ihlâs ile, ona bağlamadıkca.

--------------------------------------------------------------------------------

(Ehl-i sünnet) i’tikâdı, nazm üzre ey civân,
oldu aşağıda sana, açık dil ile beyân:
Doğru olan i’tikâdı, ister isen kardeşim,
gece gündüz, bu kitâbı oku hem de, pek candan!

Rûhuna rahmet eylesin, Hak, Ebû Hanîfenin,
Kur’ân yolunu gösterdi, bize o yüce Nu’mân.
Dünyâya gönül bağlama, akar ömür su gibi,
Şerî’ate uyan kimse, her dem olur şâdüman.

Önce ilmihâli öğren, çocuğuna da öğret.
din bilgisi öğrenmezsen, olursun sonra pişmân!
Düşmanlarımız sinsice, nasıl saldırıyor bak,
sen de dîni yaymak için, çalış gayb etme zemân!

Dinsizler hep yalanla, gençleri aldatıyor,
İslâmı yok edecekler, artık gafletden uyan!
Müslimânlar da şaşırmış, tuzağa düşmüş çoğu,
(Ehl-i kıble) sözde hepsi, ayrılmışlar hak yoldan,

İlm-i hâli öğrenmiyen, kendini koruyamaz.
Kâfir veyâ sapık olur, (Ehl-i sünnet) olmıyan!
Doğru olan bilgileri, yayanlara yardım et!
cihâd sevâbını kazan, olsun bunda mal revân.

Resûlullah hiç durdu mu. Eshâbı uyudu mu?
dîni yaymak için hepsi, olmuşdu bir kahramân!
Çalış boş durma sen dahî, din düşmanı pek kavî,
içden dışdan ezecekler, gidecek, dinle îmân.

Eshâba çirkin söyleme, hepsinin kadrini bil,
birbirini severlerdi, buna şâhiddir Kur’ân!
En üstün Ebû Bekrdir, Ömer, Osmân, Alî hem,
Muâviyeyi de çok sev, Odur Kur’ânı yazan!

Rabbimiz cism değildir, zemânı, mekânı yok,
maddeye hulûl eylemez, böyle olmalı îmân!
Mahlûka muhtâc değildir, ortağı, benzeri yok,
herşeyi Odur yaratan, hem de varlıkda tutan.

İyi, kötü, îmân, küfr, madde, kuvvet, enerji,
hepsini O var ediyor, yaratamaz hiç insan!
herkese akl, irâde verdi, hem yol gösterdi,
kim iyilik diler ise, yaratır hemen Rahmân.

Önce, i’tikâdı düzelt, emri, yasağı gözet,
se’âdete kavuşamaz, şerî’atden ayrılan!
Tâ önceden âdet oldu, kim ekerse o biçer,
pek aldandı, ziyân etdi, ekmeden buğday uman!

Yetmişüç fırkadan ancak (Ehl-i sünnet) kurtulan,
Resûlullahın yolunu onlardır bize sunan!

--------------------------------------------------------------------------------

Gel kardeşim, dinle benden hoş sözü,
söylüyorum sana, esrârı özü:

Ahmed-i Serhendî, bunu şerh eyledi,
gör de (Mektûbât)ı bak neyledi.

O kitâbda neler söyler, hem neler,
Onda oynatmış ne zevkli cilveler.

İlm-i nâfi’, cümle (Mektûbât)dadır.
Herne varsa mahzende, hepsi andadır.

O kitâbdır, se’âdet hazînesi,
Onda tevhid, madde, ma’nâ bilgisi.

Mektûbât-ı Ahmedî sâyesinde,
Onun ulûm-i bî-nihâyesinde.

Geldi (Se’âdet-i Ebediyye) vücûde,
teşekkür eylerim Rabb-i vedûde.

İlâhî! Bu kitâbı eyle mebrûr!
Berât olsun bana, mahşerde, hem nûr!

Salât olsun, selâm olsun Resûle! ki,
vücûde geldi, (Se’âdet-i Ebediyye).

--------------------------------------------------------------------------------

Gönül aşk atına bineldenberi,
muhabbet yoluna olagelmişdir,
gözüm dost katına gireldenberi,
benizim sararıp solagelmişdir.

Gece gündüz, fikrim, ebedî yârda,
ciğer kebab oldu, ma’nevî nârda,
garîb kalan bülbül, evvel behârda,
murâdın almağa, güle gelmişdir.

Derdli bülbül, bağçelerde, bağlarda,
figân eder, gül açdığı çağlarda,
mor sümbüllü, gonca güllü dağlarda,
gönül, devâsını bulagelmişdir.

Bu gurbetde, ayrılığın elinden,
sözün bilmez, câhillerin dilinden,
akıp giden küfür, ilhad selinden,
bağrımız, kan ile, dolagelmişdir.

Bir zemânlar sohbetine erdiğim,
mübârek yüzîle, şereflendiğim,
güzeller güzelin, seyreylediğim,
bu fânî dünyâda, olagelmişdir.

--------------------------------------------------------------------------------

Uyan sevdiğim gençlik, bütün ümmîdler sende,
Uyan ey Anadolu, ey azîzler diyârı!
Asr-ı se’âdetdeki adâlet, yeryüzünde,
yeniden te’sîs olsun, gelsin islâm behârı,

Ceddinin torunusun o kan damarındadır,
İstersen neler olur, rûhları yanındadır.
Resûlullahın aşkı, kalbinde, kanındadır.
O senden yüz çevirmez, ara hakîkî yârı!

Sarıl güzel dînine, şerî’atı ihyâ et!
Sünnetin ışığında, gitsin, yok olsun zulmet.
Doğsun islâm güneşi ve hakîkî se’âdet,
yeniden zuhûr etsin, budur islâm şiârı!

--------------------------------------------------------------------------------

Cânân elinden gelmişim, fânî mekânı neylerim,
Ol mülke meylim salmışım, ben bu cihânı neylerim.
Hep i’tibârım atmışım, âşıklığa el katmışım,
Ben nefsi dosta satmışım, bu düşmanı neylerim.

Aşkı tabîbim kılmışım, derdinde derman bulmuşum,
Abdülhakîmi görmüşüm, yünâniyânı neylerim.
Ma’rifet tadın almışım, fenâ tahtına varmışım,
Mahfice sultân olmuşum, dünyâ varlığı neylerim.

Herne gelirse yahşîdir, zirâ o dostun bahşıdır,
Çün cümle onun işidir, ben bed gümânı neylerim.
Gerçi zemân devran ile, pîr etdi cismim şân ile,
Gönlüm civândır can ile, pir-ü civânı neylerim.

Yâri bana bes görmüşüm, ağyârı dilden sürmüşüm,
Ünsile tenhâ durmuşum, ben ins-ü cânı neylerim.
Dilden dile bin tercüman, varken ne söyler bu lisan,
Çün cân-ü dildir hem zebân, nutk-u beyânı neylerim.

Şimdi! cemî’i halkdan, müstağniyim billâhi ben,
Hallâk-ı âlem var iken, halk-ı zemânı neylerim?

--------------------------------------------------------------------------------

EHL-İ SÜNNET KASÎDESİ

Ehl-i sünnet i’tikâdı, sana önce, lâzım olan,
Yetmişüç fırka var, ammâ, Cehennemlik geri kalan,
Müslimânlar, hep sünnîdir; cümlenin reîsi Nu’mân.
Cennet ile müjdelendi; îmânda bunlara uyan.
İ’tikâdı sağlam edip; sonra şerî’ate bağlan!
İslâmın beş şartını yap; harâmlardan sakın hemân!
Bir günâhı işler isen, tevbe et, kaçırma zemân!
Kim ki uymaz şerî’ate, birgün olur, elbet pişmân.
Dinsize sakın aldanma, mahv olursun sen de, amân!
Tatlı söze inanırsan; olur sonra, hâlin yamân!
İki yüzlüler çoğaldı: dışı melek, içi yılan,
Tuzağa düşürmek için; dost görünür, hem de candan.
Herkes kendin haklı sanır: Kötü der, bana uymayan.
İslâmiyyet terâzidir, odur haklıyı ayıran!
İslâma uymıyan bil ki; doğru yoldan sapık insan.
Bu söze inanır elbet: Târîhi iyi anlıyan.
Neden doktora koşuyor; herhangi bir yeri ağran?
Çünki, ölmek sevmez kimse; herşeyden dahâ tatlı, can.
Sonsuz yaşamak arzûsu; bende yokdur, var mı diyen?
Ölmek, yok olmak değildir; kabîr hayâtına inan!
Cennet sonsuz, Cehennem de; haber verdi, bunu Kur’ân,
Sonsuz derdden sakınmalı; hattâ, olsa da, bî gümân,
Buna inanmıyan da var; yarasa kaçar ziyâdan.
Karga çöplükden tad alır; bülbüldür, gülü arayan.
İslâmı elbet sevemez, nefse, keyfe düşkün olan.
Bu ikisi, bir olur mu? Ayrıdır iyi, fenâdan!
Müslimânlar, hakkı tanır, her mahlûka eyler ihsân,
Îmânsızlar, yılan gibi; lezzet alır can yakmakdan.
Amân yâ Rabbî el’amân; ne müşkilmiş âhır zemân,
Din bilgisi unutuldu; pek azaldı nemâz kılan,
Mason olanlar, sinsice; dîni yıkmakda her yandan,
Komünistlerde işkence; müslimâna ölüm, zındân.
Bugünkü şaşkın hâlleri, eylemişdi, Resûl beyân.
Demişdi: (Birgün gelecek; garîb olur, bana uyan.
Her evde, çalgı çalınır; işitilmez olur ezân,
Âlim bulunmaz bir yerde, câhillere kalır meydân!
Mü’minler, olur zevallı; kâfirler, sanki Süleymân,
Kadına uyar her erkek; olur evde hâkim, zenân,
Yüksek binâlar yapılır; kelb dişi gibi apartman.
Yolculuk sür’atli olur; uzaklık kalkar aradan.
Zekâ, çok şey bulursa da; gaflet, gitmez insanlardan.)
Birgivî[1] kitâbda yazdı, eyledi çok hadîs beyân:
Kıyâmet alâmetleri, çıkar, birbiri ardından,
Alâmetlerin meşhûru, serhoş olur; pek çok kesân.
Âlim diye tanıtılır, dinden haberi olmıyan.
Zâlime ikrâm olunur, kurtulmak için belâdan.
Hayâsızlık pek çoğalır, deyyûslara kalır meydân,
İnsanların en alçağı, Moskovada okur fermân.
Herkes kendin âlim sanır, Müslimâna denir nâdân.
Doğru konuşan azalır, yalancı söyler durmadan.
Çok medh edilen kimsede, bir zerre bulunmaz îmân,
Erkekler de kadın gibi, ipek giyer, sıkılmadan.
Gınâ, zinâ san’at olup, kız yerine geçer oğlan.
Kadınlar dar libâs giyer, hep açılır baldır, gerdan.
Fitne kaplar her tarafı, adam öldürülür yokdan.
Bid’at yayılır her yere, kalmaz sünnetlere uyan.
Deccâl gibi vicdansızlar, uydururlar binbir yalan,
Bir kimse doğru söylerse, saldırırlar her tarafdan.
Erkekler dînini bilmez, taşkınlık eder çok nisvân,
Emr-i ma’rûf unutulur, fısk emr eder şaklaban.
İslâmiyyet kötülenir, harâm işlenir her yandan.
Müslimânlık lâfda kalır, ses için dinlenir Kur’ân.
Mü’mine gerici denir, kayrılır mürted olan.
Bunların hepsi muhakkak, olur kıyâmet kopmadan.
Büyük alâmet Deccâldir, çıkacağı yer, Horasân.
Sonra, Şâmdaki Câmi’e Îsâ inecek semâdan.
Bir hadîsde buyuruldu, (Kızım Fâtıma evlâdından,
Babası Abdüllah olan, Mehdî adında bir civân.
Çıkıp dine kuvvet verir, cihâna yayılır îmân,
Îsâ aleyhisselâmla, birleşerek ol pehlivân.
Deccâlı da öldürürler, dünyâ dolar adl-ü emân.
Ye’cüc Me’cüc adındaki, kavim çıkar sed ardından.
Sayısı milyonlarcadır, her tarafda dökerler kan.
Dâbbet-ül-erd çıkar sonra, Mekkede Safâ altından.
Dağ kadar bir hayvandır, ayırır iyiyi fenâdan.
Dahâ sonraki alâmet, güneş, doğacakdır garbdan.
Kâfirler bunu görünce, îmâna gelecek cem’an,
Fekat, kabûl olmaz artık, doğru yola gelen mihmân.
Alâmetlerin biri de, Adenden çıkan bir duhân.
Kâ’beyi yıkacak hem de habeş renkli birkaç yaban,
Yer yüzünde kalmıyacak, büyük ni’met olan Kur’ân.
Müslimânlar hep ölecek, yaşıyacak ehl-i tuğyân.
Her kötülüğü yapacak, insan adlı canaverân,
Lâkin Hicâzdan bir ateş, verip herkese heyecân.
Şaşkın, azgın dolaşırken, kıyâmet kopar nâ-gehân.
Dahâ neler olur, ammâ söyleyemez onu, lisân.)
Ne hazîndir, ne yazıkdır; Ma’bûd oldu, falan filân,
İlâhî, sen korumazsan, olur hep sonumuz giryân.
Bu irtidâd modasında; işimiz suç, günâh, isyân.
İnsanlar, yolu şaşırdı; gemisin kurtaran kaptan!
Etrâfımın zulmetinden, beni de kapladı nisyân.
Ömür geçdi, pek sür’atle, uyan gönül, artık uyan!
Hep, bu dünyâya çalışdın; âhıretin oldu ziyân.
Düşdün bedenin peşine, kalbini eyledin vîrân.
Akla, ilme hiç uymadın; nefs oldu, sana kumandan,
Geçdi gençlik, hep gafletle; dünyâ hırsındasın el’an.
Nasîhat hiç dinlemedin; yoldan çıkdın, sanki sekrân.
Dünyâ zevklerine daldın; şimdi hâlin âh-ü figân.
Hâinler aldatdı seni; sandın sonsuz bu deverân.
Didinmeler, boşa gitdi; yâr olmadı, servet sâmân!
Şerî’ate uyan kimse, anladım olur şâdümân,
Ne yazık, ömrü uçurdum, ye’is çökdü, her tarafdan,
Keşki, Kur’âna uysaydım; olurdum, ebedî sultân,
Dünyâya mâlik olsa da; kalmıyor insân bî pâyân!
Hani Dârâ ve İskender; hani Roma, hani Yunan?
Hani Nemrud, hani Fir’avn; hani Kârun, hani Hâmân?
Hani Cengiz, hani Hitler[1]! nesi kaldı, zikre şâyân?
Edison[2], Markoni, Pastör, âhıretde bulmaz ihsân!
Dünyâya fayda verenler; sanma olur, kâmil insan!
Yılandan tiryak yapılır; zehir olur ba’zan derman!
Sakın bakma görünüşe, insanın kemâli, îmân!
Îmân eden, tenbel olmaz; çalışınız! diyor Sübhân,
Tenbeli ve gericiyi; zem etdi Nebiy-yi zîşân,
Bir hadîsde buyurdu ki (Rabbe mahbûbdur, çalışan!)
Rûhu da, düşünmek lâzım; hep bedeni besler, hayvân!
Bu bedenin sağlamlığı; geçer, sanki âb-ı revân!
Evet, beden lâzım, çünki; odur, rûhumuz taşıyan.
Her birin korumak gerek, böyle olmalı, müslimân!
Nebiyyullah, boş durdu mu? İyi düşün, eyle iz’an!
Eshâbın hepsi olmuşdu; sulhda üstâd, harbde arslan.
Bunları bildiğim hâlde, nefse uydum, hâlim lerzân.
Günâhlardan sakınmadım; böyle mi olurdu şükrân?
Hilmi ümîdini kesme, Rabbinin ismidir, Rahmân!
İlâhî imdâd et bize; etrâfımız sarmış düşman!
Kitâb, gazete, film, radyo; olmuş hepsi birer şeytân.
Bunlar doğruyu gösterse; olur idi, hepsi burhân.
Bilgi, fen kaynakları da; niye aceb, böyle husrân?
Yeni fizik, modern kimyâ seni gösteriyor, her ân!
Her zerre diyor, Allah var; atomdan tâ be âsümân!
Fekat, bunları gören yok; kalblerden silinmiş irfân.
Hakka inâd edenlere; olur dünyâ elbet zindân!
Avrupa, Amerika hem; Asyada da, niçin buhrân?
Çünki, Hakkı görmiyorlar; kafalarını sarmış dumân,
Maddede yükselmiş ammâ; haberi yok insanlıkdan!
Râhat, huzûr beklenir mi komünizm ve masonlukdan?
Se’âdete kavuşamaz; islâmlıkdan uzaklaşan!
Moskova radyosu hergün; dine çatdı, bu Ramezân.
Çok alçakça, pek nâmerdce; İslâma eyledi bühtân.
Küfr, devâm ederse de; zâlimler kalkar aradan,
Zâlime imhâl ederim; ihmâlim yok! dedi Yezdân.
Müslimânlar üzülmesin; Kur’ânı hıfz eder Deyyân!
Târîhde hep böyle oldu; küfrde geldi, Peygamberân,
Dünyâyı zulmet basınca; doğar idi şems-i tâbân,
Şimdi de hidâyet şemsi; doğacak, Anadoludan!
Hidâyete ermek için; Habîbullah, verdi imkân!
Habîb ne demek? Düşünse; kemâlini anlar, insân.
Yâ Rab! büyük nebîdir O; köleleri, olur sultân!
Bir kalbe sevgisi dolsa; eder envâr, ondan feyzân.
Niye görünmüyor o şems? A’mâ olmuş, bütün cihân,
Sonsuz ni’met, büyük şeref; Onu sevmekde, bî gümân.
Onun sevgisine vallah; mâlım, cânım olsun kurbân!
Şekerin tâdını bilmez; ağzına koymıyan bir ân.
Günâhkârım, yüzüm kara; fekat kalbim, aşkla lem’ân.
Aşkîle pek çok yaş dökdüm; şâhiddir, hâk-i Erzincan!
Bu sevgi, cürme son verdi; hâlim oldu, nâle figân.
Bilinmez son nefes, ammâ; se’âdete budur nişân!
Ni’met, Onu sevmek imiş; oldu bana şimdi ıyân!
Habîbin yanında olsun; bu aşkı bizlere sunan!

1960 Mîlâdî 1380 hicrî
Erzincan
 
< Önceki   Sonraki >