ALTIN HALKA-19 - 3 Yazdır E-posta
Kâdî Muhammed Zâhid hazretlerinin "kuddise sirruh" (Silsilet-ül ârifîn) adlı eserinden bazı bölümler şöyledir:
 
Evliyânın büyüklerinin hâlleri:
Zünnûn-i Mısrî hazretleri "rahmetullahi aleyh" şöyle buyurmuştur: Tasavvuf yolunda, Cenabı Hak’kın dostlarından, sevgili kullarından bazıları o hâle gelmiştir ki, eğer bir büyük zât onlara Allahü teâlâ’nın muhabbetinden, azamet ve celâli ile alâkalı sözler söylerse, muhabbetleri sebebiyle can verecek hâle gelirler.

Şeyh Abdülvâhid bin Zeyd “kuddise sirruh” buyurdu ki: Bir defasında gazâya gitmeye niyet ettim. Bütün talebelerimi topladım. Mecliste bir şahıs, meâl-i şerîfi (Allah yolunda savaşıp düşmanları öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Allah cennet karşılığında satın aldı) olan Tövbe sûresi
111.ci âyet-i kerîmesini okudu. Bunun üzerine on beş yaşlarında bir genç ayağa kalktı. Bu gencin babası vefât etmiş, kendisine pek çok mal, mîrâs kalmıştı. Âyet-i kerîmeyi okuyan zâta dedi ki: “Ey Şeyh! Allahü teâlâ müminlerden canlarını ve mallarını Cennet karşılığında satın aldı mı? Allah yolunda canını ve malını fedâ edene Cennet verilecek mi?” dedi. O zãt da; “Allahü teâlâ’nın kelâmı doğru ve vaadi haktır, dedi. Genç; “Şâhit ol ki ben nefsimi ve malımı Allahü teâlâ’ya sattım,” dedi.
 
O zât: “Vallahi bu büyük bir iştir. Sen küçüksün. Korkarım ki sabır edemezsin ve çâresiz kalırsın,” dedi. Bunun üzerine o genç; “Ey Şeyh! Bir kimse Cenabı Hakla ahitleşsin ve çâresiz kalsın! Hâşâ ve kellâ. Hiç böyle şey olur mu? Şâhit ol, ben hakîkaten nefsimi ve malımı Allah için fedâ ettim. Allah yoluna adadım ve pişmân olmayacağım,” dedi. Sonra bütün malını sadaka olarak dağıttı. Bizimle birlikte cihat için sefere çıktı. Bize ve hayvanlarımıza hizmet etmeye başladı. Biz uyurken o nöbet tutardı. Gündüz oruç tutar, geceleri namâz kılardı. Hepimiz onun bu hâline hayrân kalırdık. Tâ ki, Rum diyârına vardık. Biz harp hâzırlıklarını yaparken, o genç kendinden geçmiş ve hayrân bir vaziyette; “Aynâ-yı Merdıyyeye müştâkım, ona kavuşmak istiyorum,” der, dururdu. O hâle gelmişti ki, arkadaşlar onun aklının gittiğini zan ediyorlardı. Bir gün onu çağırdım ve; “Bu söylediğin sözün manâsı nedir?” diye sordum.
 
Dedi ki: “Bir gün uyumuştum. Rüyamda gördüm ki, birisi bana; “Aynâ-yı Merdıyyeye git!” diyordu. Sonra birdenbire bir bahçe karşıma çıktı. Bu bahçenin içinde, suyu berrak ve saf akan bir ırmak vardı. Irmağın kenârında hûrîler duruyordu. Hepsi de öyle süslenmişler ve öyle güzel idiler ki, dilim onu anlatmaktan âcizdir. Beni görünce birbirlerine; “Müjde! İşte Aynâ-yı Merdıyyenin zevci “ dediler. Onlara selâm verdim ve; “Aynâ-yı Merdıyye sizin aranızda mı?” dedim. “Bizim aramızda değil, biz onun hizmetçileriyiz, dahâ ileri git,” dediler. İlerledim. Bir başka bahçe gördüm. İçinde her dürlü güzellikler vardı. Hâlis sütten bir nehir gördüm. Nehir kenârında benzerini o âna kadar görmediğim güzellikte hûrîler vardı. Onların güzelliğine hayrân oldum. Beni görünce birbirlerine baktılar ve; “Müjdeler olsun ki bu, Aynâ-yı Merdıyyenin zevcidir” dediler. Onlara da selâm verdim ve; “Aynâ-yı Merdıyye sizin aranızda mıdır?” diye, sordum. “Hayır biz onun hizmetçisiyiz,” dediler. İlerledim.
 
Bir Cennet ırmağına rastladım. Etrâfında hûrîler vardı. O kadar güzeldiler ki, bunları görünce önceki gördüğüm hûrîleri unuttum. Onlara da selâm verdim. “Sana da selâm olsun ey Allahü teâlâ’nın velî kulu,” dediler. “Aynâ-yı Merdıyye sizin aranızda mı?” dedim. “Hayır biz onun hizmetçileriyiz, ileri git” dediler. İlerledim. Saf bal akan bir ırmağa vardım. Bu ırmağın da etrâfında hûrîler vardı. Bu hûrîler güzellikte öncekilerden dahâ üstün idi. Öyle ki, öncekilerin hepsini unuttum. Selâm verdim ve; “Aynâ-yı Merdıyye sizin aranızda mı?” diye sordum. Hayır bu gördüklerin hepsi onun hizmetçisidir, ileri git,” dediler. İlerledim. Tek bir inciden yapılmış, ipleri nûrdan bir çadır gördüm. Kapısında ay yüzlü bir hizmetçi bekliyordu. Bu hizmetçi öyle güzeldi ki, göz hayrette kalıyordu. Beni görünce; “Ey Aynâ-yı Merdıyye! İşte sana eş olacak kimse geldi,” dedi. Çadıra yaklaşıp içeri girdim. Aynâ-yı Merdıyye (hûrî) inci ve yâkut kaplı altın bir taht üzerinde oturuyordu. Onu görür görmez meftûn oldum. Bana; “Hoş geldin ey Allahın Evliyâ kulu,” dedi. Yaklaştım. Boynuna sarılmak istedim. “Sabır et, sen dünyâdasın, henüz vakit var. Yarın gece bizim yanımızda olacaksın,” dedi. Sonra birden bire uyandım. “Ey Şeyh! O güzelliğe kavuşmak için sabırsızlanıyorum. Hiç sabrım kalmadı,” dedi. Sonra savaş başladı. Genç de savaşıp kahramânlıklar gösterdi. Büyük bir yara alıp yere düşmüştü. Onu kaldırıp baktıklarında gülüyordu. Gülerek rûhunu teslîm edip, şehit oldu.” 
 

 
< Önceki   Sonraki >