ALTIN HALKA-18 - 3 Yazdır E-posta
Amcasının oğlu Hâce İshak da şöyle anlatmıştır: Ben ve diğer çocuklar oyun oynarken, aramıza katılması için ne kadar ricâ etsek, ona kabûl ettiremezdik. Oynar gibi görünüp, bir kenârda durur ve kendi hâllerinde olurdu.

Kendisi şöyle anlatır: Hâlimin başlangıcında, rüyada Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” gördüm. Gâyet yüksek bir dağın eteğinde, Eshâbı ile topluluk hâlinde idiler. Beni görünce, elleri ile benim yaklaşmamı işâret edip; “Beni bu dağın başına çıkar!” buyurdu. Ben de kendilerini omuzlarıma alıp, dağın tepesine çıkardım. “Ben sende böyle bir kuvvet bulunduğunu biliyordum. Fakat, başkaları da görsün ve bilsin diye sana bu işi yaptırdım,” buyurdular.
 
Yine ilk zamânlarda, rüyada hâce Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî hazretlerini "kuddise sirruh" gördüm. Bâtınıma, kalbime öyle tasarruf etti ki, ayaklarımda mecâl kalmadı. Ondan sonra dönüp yürüyüverdiler. Ben de bütün gücümü sarf ederek, arkalarından koştum ve yetiştim. Geriye dönüp, “Mübârek olsun!” buyurdular.

Küçük yaştan itibâren memleketi olan Taşkent de ilim tahsîl eden Ubeydüllah-i Ahrâr, ilim tahsîlinden geri kalan zamânını, Allahü teâlâ’ya ibâdet ile ve Onun ismini anmakla geçirdi. Allahü teâlâ’nın rızâsına kavuşmak için gayret etti.
 
Yine şöyle anlatmıştır: İlk zamânlarımda, bir gece Şeyh Ebû Bekr Kaffâlın mezârının başına gidip, oturmuştum. Bu mezâr o kadar heybetli ve korku vericiydi ki, gündüzleri bile yanına yaklaşmaktan korkarlardı. Taşkent de bir adam vardı. Bize karşı inât ve muârız idi. Bize bir zarar yapmak için fırsat kollardı. Meğer o gece beni gözetleyip, takîp etmiş. Ben mezârın başına varıp oturdum. Başımı eğip murâkabeye dalınca, beni korkutup, dehşete düşürmek için, birdenbire bir nâra atarak üzerime doğru gelmeye başladı. Hiç aldırmadım, murâkabe ve oturuşumu da bozmadım. O kişi, benim bu hâlimi görünce utandı. Ağlayarak önüme gelip, benden özür diledi. Sonra bizim dostlarımızdan oldu.

 
< Önceki   Sonraki >