ALTIN HALKA-18 - 2 Yazdır E-posta
Türkistânın büyük velîlerinden ve en büyük Ehl-i sünnet âlimlerindendir. İsmi, Ubeydüllah bin Mahmûd bin Şihâbüddîndir. Babası Mahmûd Şâşî, devrinin âlimlerinden velî bir zât idi. Müslümânların Ehl-i sünnet itikâdında olmalarına, doğru ibâdet etmelerine, İslâm ahlâkı üzere yaşamalarına ve Allahü teâlâ’nın rızâsını kazanmalarına rehberlik eden ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük âlimlerin on sekizincisidir. Annesi, Hazret-i Ömerin "radıyallahü anh" soyundandır.
 
Doğumundan itibâren üstün hâlleri görülen Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri "kuddise sirruh", annesi nifâsdan temizlendikten sonra annesini emmeye başlamıştır. Yüzünde öyle bir nûr parlardı ki, görenler hayrân kalıp, ona duâ ederlerdi. Dilinden Allahü teâlâ’nın ismi hiç düşmez, devâmlı zikr ile meşgûl olurdu.
 
Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri "kuddise sirruh", dahâ çocuk iken, üstün hâllere kavuşmuş olup, kerâmetleri görülüyordu. Kendisi şöyle anlatmıştır:
 
“Mektebe gider, gelirdim. Gönlüm dâimâ Allahü teâlâ ile idi. Bir ân Onu unutmaz, bir ân Ondan gâfil olmazdım. Soğuk bir kış günü, çamur bir yerden geçerken, ayağım çamura battı. Kurtulmaya çalışırken, ayakkabım düştü. O sırada bir gaflet ârız oldu. Bu işle uğraşırken, Allahü teâlâ’yı anmaktan uzaklaştım hissine kapıldım. Karşıda köylü bir genç, çift sürüyordu. “Bak, şu genç bunca eziyet içinde Allahı düşünüyor da, sen, ayağını çamurdan kurtarmak gibi küçük bir uğraşma yüzünden Onu nasıl unutursun?” diyerek, hüngür hüngür ağlamaya başladım. O zamân, herkesi kendim gibi, her ân Allahü teâlâ’ya âgâh sanırdım. Bulûğ yaşına erişinceye kadar, Allahü teâlâ’dan gâfil olanlar bulunduğunu anlayamamıştım. Allahü teâlâ’nın yarattığı herkesin, kendisini düşündüğünü, hâtırladığını, unutmadığını sanırdım. Sonradan anladım ki, Allahü teâlâ’dan gâfil olmamak, yalnız bazı kullara mahsûs ilâhî bir inâyet imiş. Ancak riyâzet ve nefs mücâdelesiyle elde edilebilir, hattâ bazılarınca bununla bile elde edilemez bir keyfiyet imiş.”

 
< Önceki   Sonraki >