ALTIN HALKA - 15 - 3 Yazdır E-posta
Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî hazretleri "kuddise sirruh" şöyle anlatmıştır:
 
Çocukluktan bulûğ çağına kadar, büyük hocam Muhammed Bâbâ Semmâsî’nin "kuddise sirruh" sohbetinde bulundum. On sekiz yaşına girdiğim sırada, dedem beni evlendirmek istedi. Hocam Muhammed Bâbâ Semmâsî’yi "kuddise sirruh" düğünüme davet etmek için beni Semmâsa gönderdi. Semmâsa varıp, hocamı görmekle şereflendim ve elini öptüm. Sohbetinin bereketinden bende öyle bir hâl hâsıl oldu ki, devâmlı hocamın sohbetine can atıyordum. O gece kalbimdeki bu arzû ve istek ile gece yarısından sonra, kalkıp abdest aldım ve hocamın mescidine gidip, iki rek’at namâz kıldım. Başımı secdeye koyup, çok duâ ettim. Dilimden şu duâ çıktı: “Allah’ım, bana belâ yükünü çekmeye kuvvet ver. Mihnet ve muhabbetini çekmeye tâkat, güç ver.” Sabâh olunca hocamın huzûruna vardım. Bana bakıp, gece olup bitenleri söyledikten sonra; “Evladım, duâda; “Yâ Rabbî, râzı olduğun şeyi bu za’îf ve güçsüz kuluna, fadlın ve kereminle ihsân et,” demelidir. Çünkü, Allahü teâlâ’nın rızâsını kazanan kimseye belâ gelmez. Eğer Allahü teâlâ, hikmet-i ezelîsiyle sevdiği bir kuluna belâ gönderirse, kendi inâyetiyle o kuluna kuvvet ve tahammül ihsân eder ve o belâya tutulmasının hikmetini bildirir. Belâ istemekte güçlük vardır,” buyurdu.
 
Dahâ sonra sofra kurulup, yemek yenildi. Hocam, sofrada bir somun ekmeği alıp bana verdi. Ekmeği çekinerek aldım. Bu çekingenliğimi görüp; “Ekmeği almaktan çekiniyorsun. Fakat bu ekmek, yolda lâzım olacaktır” buyurdu. Nihâyet davetimiz üzerine talebeleriyle birlikte köyümüz Kasır-ı Ârifâna gitmek üzere yola çıktık. Ben, hocamın bindiği hayvanın üzengileri yanında yürüyordum. Rûhum zevkle dolmuş olduğundan, kalbimde hiçbir dünyâ düşüncesi yoktu. Aşk ve şevkle dolu olan kalbim heyecanla çarpıyordu. Allahü teâlâ’nın sevgisinden başka her şey kalbimden çıkmıştı. Bu sırada kalbim dünyâya meyledecek olsa, hocam hemen; “Kalbini ayrılıktan koru,” buyururdu. Hocamın bu kerâmetini ve keşfini gördükçe, muhabbetim kat kat artıyordu. Yolumuz bir köye uğradı. O köyde hocamın dostlarından biri bizi karşılayıp, evine davet etti. Hocam da bu daveti kabûl edip, o zâtın evine indi. Ev sahibinin, mahcûbiyetinden ızdırap içinde yüzü kızardı. Bu hâlini gören hocam, o kişiye; “Senin ızdırabının sebebi nedir?” dedi. O da; “Efendim, size yemek ikrâm etmek istiyorum, Fakat sütten başka bir şeyim yoktur,” dedi. Bunun üzerine hocam bana; “Behâeddîn, sana verdiğim ekmeğe ihtiyâç hâsıl oldu. O ekmeği ver,” dedi. Ekmeği çıkarıp verdim. Ev sahibi de sütü getirip sofraya koydu. Ekmeği süte batırarak yedik ve hepimiz doyduk. Bu kerâmeti karşısında hocamıza hayrânlığımız arttı. Sonra kalkıp, yolumuza devâm ettik.” 
 

 
< Önceki   Sonraki >