ALTIN HALKA-14 - 7 Yazdır E-posta
Muhammed Bâbâ Semmâsî hazretlerinin "kuddise sirruh" talebelerinden bir kısmı, Seyyid Emîr Gilâl hazretlerine "kuddise sirruh", Evliyânın kerâmetinden sordular. Buyurdu ki: “Evliyânın kerâmeti haktır. Aklen ve naklen câizdir. Bu hususta Evliyâdan çok nakiller vardır. Malûm ve meşhûr olup, hiç şüphe yoktur. Kalbi îmân nûruyla aydınlanmış olan herkes, Evliyânın kerâmetine inanır ve bu hususta hiç şüphe etmez. Buna misâl çoktur. Süleymân aleyhisselâmın vezîri Âsafın, Saba melîkesi Belkîsin tahtını bir ânda San’adan Kudüse getirmesi gibi. Bir başka misâl: Hazret-i Ömer-ül Fârûk "radıyallahü anh" bir defasında, Medîne-i münevvere de mescitte, Peygamber efendimizin "aleyhissalâtü vesselâm" minberi üzerinde hutbe okuyordu. Bu sırada çok uzaklarda [Îrânda] düşmanla cihâda çıkmış olan İslâm ordusunun tehlikeli bir durumda olduğunu görüp, ordu kumandanına; “Yâ Sâriye, dağa dağa!” buyurdu. Uzakta olan kumandan Sâriye ve ordunun erleri, bu sesi işiterek dağa arkalarını verip, düşmanın tehlikeli hücûmundan korundu. Bu, apaçık bir kerâmettir. Eğer bir kimse, bu kerâmet, mucizeden aşağı değil derse, bu yanlıştır. Çünkü, hiç bir velî, Peygamber derecesinde olamaz. Evliyâ-i kirâm buyurmuşlardır ki: “Evliyâdan meydâna gelen kerâmet, Peygamber efendimizin mucizesinden dolayıdır ve Peygamberin peygamberliğini tasdîk eder. Ona tâbi’ olmayı gösterir. Eğer Peygamberler doğru sözlü olmasaydı, Evliyânın kerâmeti de hâsıl olmazdı. Çünkü Evliyâ, Nebîye tâbi’ olmuştur.”
 
Nakil edilir ki, Seyyid Emîr Gilâl hazretleri "kuddise sirruh" bir imâret yaptırmakta idi. Bu binânın inşâsı için pek çok kimse toplanmış, çalışıyordu. Bir gün Seyyid Emîr Gilâl, âniden evine gitti. O gidince, orada çalışanlar dediler ki:  “Seyyid Emîr Gilâl gerçekten velî ise, bizim her birimize birer sıcak ekmek verir. Bir müddet sonra Seyyid Emîr Gilâl geldi. Yanında hiçbir şey yoktu. Yerine oturunca, binânın inşâsında çalışanlardan bazıları bir birine; (Eğer velî olsaydı, bizim arzû ettiğimiz şeyi getirirdi,) diyerek, aralarında konuşmaya başladılar. Dahâ sonra onlar böyle konuşurlarken, Seyyid Emîr Gilâl hazretleri hemen ayağa kalkıp; (Ey tahammülsüzler, işte istediğiniz!) diyerek, elini koltuğunun altına sokup, her birine sıcak bir ekmek çıkarıp verdi. Onlar da söyledikleri sözlerden dolayı pişman olup, tövbe ettiler. Bundan sonra, Seyyid Emîr Gilâl hazretleri onlara buyurdu ki: (Ey dostlarım! Biz arzû ederiz ki, siz bizden âhıreti, ahirette kurtulmayı talep ediniz. Nefsinizin isteklerini terk ediniz ki, ahirette utanıp, mahcup olmayasınız. Eğer şükür ederseniz, Allahü teâlâ size her istediğinizi ihsân eder. Bu dünyâda ne yaparsak ahirette onun karşılığını bulacağız. Ey dostlar! Dikkat ediniz ve uyanık olunuz! Bir kimse hevâ ve hevesinden vazgeçmedikçe, tuzağına av düşmeyen ve eli boş kalan avcı gibidir. Eğer insan, Allahü teâlâ’yı unutur, gaflete dalarsa, belâya ve musîbete düşer. Ne yazık ki, ömür bitmek üzere olduğu hâlde, insan dünyâlıklara dalmış, nefsinin esîri olmuş ve âhıret yolculuğunu unutmuş, ihmâl etmiştir. Şiir:

Ey ömrünü câhillikle rüzgâra veren!
Sen ömrünün kıymetini nasıl bilirsin?
Yarın toprak altında yalnız kalınca,
Tövbe edeyim dersin, ama yapamazsın!

 
< Önceki   Sonraki >