ALTIN HALKA-14 - 6 Yazdır E-posta
Seyyid Emîr Gilâl hazretlerinin "kuddise sirruh" yaşadığı diyârda bulunan Kermîne şehrinden bir adam ava çıkmıştı. Bu Seyyid Emîr Gilâl hazretlerini tanıyıp çok severdi. Ava çıkarken; “Eğer avlamak istediğim kazlardan avlayabilirsem, ikisini Seyyid Emîr Gilâle götürüp hediye edeceğim,” diye niyet etti. Nihâyet bir miktâr kaz avladı. İki dânesini Seyyid Emîr Gilâle vermek için ayırdı. Evine, şehrin ileri gelenlerinden biri geldi. O iki kazı görüp, gözü onlarda kaldı. Kazlar, kuzu gibi iri ve semiz idi. Gelen kimse, ev sahibine; “Bu kazları pişir de yiyelim,” dedi. Ev sahibi; “Onları, Seyyid Emîr Gilâl hazretlerine vermek için ayırdım. Onları yememiz uygun olmaz. Ben buna cesâret edemem,” dedi. Gelen adam ısrâr edip; “Ne olursa olsun bunları yiyeyim, ben oğlu vâsıtasıyla ondan özür dilerim,” diyerek, ev sahibini iknâ etti. Ev sahibi kazları pişirtip, o şehrin meşhûrlarından olan o kimsenin önüne koydu. Tam yiyeceği sırada, yüzüne kazlardan öyle bir buhar ve sıcaklık yükseldi ki, gözlerine tesîr edip, gözleri görmez oldu. Kazları yiyemedi ve yaptığı işe pişmân oldu, tövbe etti. Hemen Seyyid Emîr Gilâl hazretlerine "kuddise sirrruh" bir at hediye etmeye niyet etti. Birkaç gün sonra gözleri iyileşip, eski hâline döndü.
 
Seyyid Emîr Gilâl hazretlerinin talebelerinden biri, bir gece kendinde bambaşka bir hâl his edip; “Hocamın yanına gideyim, bakalım benim hakkımda ne emir eder ve ne buyurur?” diye düşündü. Sonra, Seyyid Emîr Gilâlin yanına gitti. Bu talebesi şöyle anlatmıştır: “Gece vakti, varıp hocamın odasına girdiğimde, kalabalık bir cemâat vardı. Hayret ettim. Bunlar, hiç görmediğim ve tanımadığım kimselerdi. Kalabalıktan oturacak yer kalmamıştı. Herkes başını eğmiş, sessizce oturuyordu. Ben de başka bir yere oturarak, başımı yere eğip, beklemeye başladım. Bir müddet böyle durdum. Sonra başımı kaldırıp baktım ki, odada hocam Seyyid Emîr Gilâlden başka hiç kimse görünmüyordu. Hocam bana bakıp; “Sana müjdeler olsun, şimdi sen artık maksada kavuştun, ama bunu gizli tut,” buyurdu. Bundan sonra hocama; “Burada gördüğüm, sonra da birdenbire kaybolup görünmez olan zâtlar kimlerdi?” diye sordum. Buyurdu ki: “Bunlar ricâl-ül-gayb denilen velîlerdi. Aralarında Hâce Gülân ve Abdülhâlik Goncdüvânî de vardı. Bunlar öyle zâtlardır ki, vefâtlarından önce ve sonra, Allahü teâlâ’nın dînine hizmet ederler. Bugün sen de onların sohbetinden (feyzinden) pay aldın.”
 

 
< Önceki   Sonraki >