ALTIN HALKA - 9 - 2 Yazdır E-posta
Abdülhâlık Goncdüvânî "kuddise sirruh" hazretleri, gerek Hızır aleyhisselâm ve gerekse büyük İslâm âlimlerinin tahsîl ve terbiyesi altında, zamânının bir tânesi oldu. İnsanlar dünyânın dört bir yanından kâfileler hâlinde ondan istifâde etmek için gelmeye başladılar. Abdülhâlık Goncdüvânî hazretleri, beş vakit namâzını Kâ’be-i muazzamada kılar, tekrâr Buhârâya dönerdi. Bunu büyük kerâmetlerinden olarak, (Reşehât) kitabının sahibi bildirmektedir.
 
Bir Aşûre günü talebelerine dersde velîlik hâllerini anlatıyordu. Müslümân kıyâfetinde olan bir genç içeri girip, talebelerin arasına oturdu. Bir müddet sohbetini dinledikten sonra söz isteyerek: (Efendim! Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”; (Müminin ferâsetinden korkunuz. Çünkü o, Allahın nûru ile bakar) buyuruyor. Bu hadîs-i şerîfin sırrı nedir), diye sordu. Abdülhâlık Goncdüvânî hazretleri gence heybetle nazar ettikten sonra; buyurdu ki: (Belindeki zünnârı kesip, îmâna gelmektir.) Abdülhâlık hazretlerinin bu sözleri oradakileri hayretler içinde bıraktı Genç, telaşla; Hâşâ! Yemîn ederim bende böyle bir şey yok, diye söylendi. O zamân Abdülhâlık hazretleri "kuddise sirruh" talebelerinden birine gencin hırkasını çıkarmasını işâret etti. Talebe o gencin üzerindeki hırkasını çıkarınca, belinde zünnâr bağlı olduğu görüldü. Bu hâdise karşısında genç, çok mahcup oldu. Ne yapacağını şaşırdı. Kalbinde İslâmiyyete karşı bir sevgi meydâna geldi. Abdülhâlık Goncdüvânî hazretlerine muhabbet, sevgi duymaya başladı. Böylece Evliyânın, Allahü teâlâ’nın nûruyla baktığının ne demek olduğunu çok iyi anladı. Kelime-i şehâdet getirip, Müslümân olmakla şereflendi. Sâdık talebelerinden oldu. Büyük bir mürşid-i kâmil olan Abdülhâlık hazretleri "rahmetullahi aleyh", bundan sonra etrâfındakilere dönerek: Ey dostlar! Gelin biz de ahde uyalım. Zünnârımızı keselim. Îmân edelim. Şöyle ki, bu genç maddî zünnârı kesti. Biz de kalbe ait zünnârı keselim. O da, kibir ve gururdur. Bu genç, afv dileyenlerden oldu. Biz de afva kavuşalım) buyurdu. Talebeleri bir anda Hazret-i Hâce’nin gönül yaralarına sunulan şifâ şerbetini içtiler. Tövbelerini yenilediler. Kalplerinin Allahü teâlâ’dan başka bir şeye bağlılıkları kalmadı.
 
Bir gün huzûruna gelen bir kimse; (Eğer Allahü teâlâ beni Cennet ile Cehennem arasında muhayyer kılsa, ben Cehennemi seçerim. Zîrâ bütün ömrümde nefsimin arzûsu üzerine amel etmedim. O hâlde Cennet nefsin murâdıdır. Cehennem ise, Allahü teâlâ’nın murâdıdır) dedi. Abdülhâlık Goncdüvânî hazretleri bu sözü red ederek: (Kulun seçme hakkı yoktur. Her nereye git derlerse oraya gideriz. Nerede kalın derlerse orada kalırız. Kulluk budur. Senin dediğin kulluk değildir), buyurdu.

Abdülhâlık Goncdüvânî hazretleri, Allahü teâlâ’nın indinde duâsı makbûl kimselerden idi. İnsanlar ve cinler duâsına kavuşmak için, uzak yerlerden gelirlerdi.
 
Bir gün Abdülhâlık Goncdüvânî’nin "kuddise sirruh" huzûruna uzak yerden bir misâfir, biraz sonra da yanlarına, güzel sûretli, temiz giyimli bir genç geldi. Abdülhâlık hazretlerinden duâ isteyip hemen ayrıldı. Misâfir; Efendim! Bu gelen genç kimdi acaba? Gelmesi ile gitmesi bir oldu, dedi. O da; “Bizi ziyârete gelip duâ isteyenlerden biri idi, buyurdu. Misâfir hayret etti ve (Efendim! Son nefeste îmân selâmeti ile gidebilmemiz için bize de duâ buyurur musunuz?) diye niyâzda bulundu. Bunun üzerine Abdülhâlık Goncdüvânî hazretleri: (Her kim farzları eda ettikten sonra duâ ederse, duâsı kabûl olur. Sen, farz olan ibâdeti yaptıktan sonra duâ ederken bizi hâtırlarsan, biz de seni hâtırlarız. Bu durum hem senin, hem de bizim için duânın kabûl olmasına vesîle olur), buyurdu.

 
< Önceki   Sonraki >