ALTIN HALKA - 5 - 5 Yazdır E-posta
Bâyezîd-i Bistâmî’ye "kuddise sirruh" bir gün bir kimse gelip; Efendim! Ben otuz senedir, gündüzleri oruç tutup, geceleri namâz kılıyorum. Ama, kendimde hiç bir ilerleme göremiyorum. Hâlbuki itikâdım da düzgündür, dedi. Sultân-ül-Ârifîn; Sen bu hâlde üç yüz sene dahâ devâm etsen bir şeye kavuşamazsın. Çünkü nefs engelin var, buyurdu. O kimse; Efendim! Bunun bir çâresi yok mu, diye sordu. Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri: Var ama sen kabûl etmezsin, buyurdu. O kimse ısrâr edip; Aman efendim, lütfen bildiriniz ve beni talebeliğe kabûl ediniz. Ne emir ederseniz yaparım, dedi. Sultân-ül-Ârifîn buyurdu ki: Öyle ise şimdi evine git. Bu kıymetli elbiseleri çıkarıp, âdî ve eski bir elbise giy. Boynuna bir torba asıp içine ceviz doldur. Seni en iyi tanıyanların bulundukları sokağa git. Çocukları başına topla, (Bana bir tokat vurana bir ceviz, iki tokat vurana iki ceviz veriyorum) diye söyle. O kimse bunları duyunca; Sübhânallah, Lâ ilâhe illallah. Ben bunları yapamayacağım. Bana başka bir şey emir etseniz.” dedi. Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri; Senin ilâcın ancak budur ve biz de başdan; Sen bunları kabûl etmezsin, diye söylemiştik. Yolumuzun esâsı nefsi terbiye etmektir, buyurdu.
 
Bâyezîd-i Bistâmî "kuddise sirruh" hazretleri bir gün yolda giderken, yanından geçen bir köpeği gördü. Köpeğe değip necâset bulaşmasın diye eteklerini topladı. O anda köpek dile gelip, şöyle dedi: Benden sana bulaşacak kir, üç defa yıkamakla temiz olur. Ama senin nefsindeki kibir kiri yedi deryâda yıkansa temiz olmaz. Bunun üzerine Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri, köpeğe; Senin dışın pis, benim ise içim. Gel berâber olalım da belki birbirimize fâidemiz olur, dedi. Köpek de; Sen benimle yoldaş ve arkadaş olamazsın. Zîrâ halk beni horlar, sana tazim eder. Beni gören taşlar, seni gören ise iltifâta başlar ve Ârifler sultânına selâm olsun! der. Benim yarına yiyecek bir kemiğim bile yok, ama senin bir ambar buğdayın var, cevabını verdi. Bâyezîd-i Bistâmî "kuddise sirruh" bu cevaptan kederlendi, bir köpeğin yol arkadaşı olmaya bile lâyık değilim, diye, üzüldü.
 
Bir gün bazı kimseler, Bâyezîdin "kuddise sirruh" huzûruna gelip, yağmur yağması için duâ etmesini talep etmişlerdi. Bâyezîd hazretleri mübârek başını eğip, bir miktâr duâ ettikten sonra; Gidiniz, damlarınızın oluklarını kontrol ediniz, buyurdu. Ondan sonra bir gün boyunca durmadan yağmur yağdı.
 
Bulunduğunuz bu derecelere nasıl kavuştunuz diye Bâyezîde sordular. Cevabında, her yerde Allahü teâlâ’nın gördüğünü ve bildiğini düşünüp, edebe riâyet etmekle kavuştum, buyurdu.
 
Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri bir defasında bir imâmın arkasında namâz kıldı. Namâzdan sonra, o imâm, Hazret-i Bâyezîde; “Siz bir yerde çalışıp para kazanmıyorsunuz. Başkalarından da bir şey istemiyorsunuz. O hâlde siz, nafakanızı nereden te’mîn ediyorsunuz?” dedi. Hazret-i Bâyezîd bunu duyunca; “Ben hemen namâzımı iâde edeyim. Zîrâ rızkları kimin verdiğini bilmeyen birinin arkasında namâz kılmışım, bu ise câiz değildir,” buyurdu.
 

Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri "kuddise sirruh"  vefât ederken, kendisini sevenlerden Ebû Mûsâ ismindeki zât yanında bulunamamıştı. Fakat o gece Ebû Mûsâ rüyada gördü ki: “Arşı, başı üzerine alıp taşıyor”. Bu rüyaya çok hayret edip, hikmetini anlayamadı ve bunu Bâyezîd-i Bistâmî’ye "kuddise sirruh" sormak için yola düştü. Yolda, Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin vefât ettiğini haber aldı. Bistâma geldiğinde, cenâze hizmeti için, hesâbı mümkün olmayan fevkalâde bir kalabalık gördü. Tabutunu taşımakla şereflenmek için yanaşmaya çalıştı. Fakat yanaşıp da tabutu taşımak mümkün olmuyordu. Diyor ki, “Gördüğüm rüyayı unutmuş vaziyyetde, Hazret-i Bâyezîdin tabutunu taşımakla şereflenmek istiyordum. Bu mümkün olmayınca, tabutu taşıyanlar arasından meşakkatle, sıkıntı ile geçip, tabutun altına girdim ve başımı tabuta dayayıp öylece gidiyordum. Birden tabutun içinden bana şöyle hitâp ettiğini duydum: “Ey Ebâ Mûsâ! İşte şu bulunduğun hâl gece gördüğün rüyanın tabîridir.”
 
Sultân-ül-Ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri vefât ettikten sonra, büyüklerden biri kendisini rüyada görüp; Allahü teâlâ sana ne muâmele eyledi, diye sordu. Buyurdu ki: Beni toprağa koydukları zamân bir ses duydum. Ey Bâyezîd! Bizim için ne getirdin, diyordu. Yâ Rabbî! Sana lâyık hiç bir iyi amel yapamadım. Huzûruna lâyık hiçbir şey getiremedim, ama şirk de getirmedim, dedim.
 
Hazret-i Bâyezîd-i Bistâmî vefât ettikten sonra, büyük zâtlardan birisi kendisini rüyada görüp sordu: Münker ve Nekir sana nasıl muâmele eyledi? Cevabında; “O iki mübârek melek gelip; “Rabbin kimdir?” diye sorunca, onlara dedim ki: “Bunu sormakla sizin maksadınız hâsıl olmaz. Siz bana Onu soracağınıza, beni Ona sorun. Eğer O, beni, kulu olarak kabûl ederse ne âlâ. Mâzallah O, beni kulu olarak kabûl etmezse, ben, yüz defa; “O, benim Rabbimdir,” desem ne fâidesi olur?” buyurdu.
 
(Se’âdet-i Ebediyye)kitabının 684.cü sahîfesinde diyor ki: (Tevekkülün en yüksek derecesini, âriflerin sultânı, Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri haber veriyor. Şöyle ki: Ebû Mûsâ Dîneverî “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, tevekkülün ne olduğunu Hazret-i Bâyezîde sordum. Sen, ne dersin? dedi. Âlimler buyuruyor ki, (Sağın, solun, her tarafın yılan, akrep dolu olsa, kalbine bir şey gelmemesi tevekküldür) dedim. Buyurdu ki, bunu yapmak kolaydır. Benim yanımda tevekkül (Kâfirlerin hepsini Cehennemde azâp içinde, müminlerin hepsini Cennette nimetler içinde görüp de, ikisi arasında hiç ayrılık bulmamaktır) buyurdu.)
 
Talebelerine sık sık şöyle nasîhat ederdi: “Müslümân kardeşinize saygılı olmanızdan dahâ kolay ne vardır? Onlara hürmet etmek, haklarını korumak ne güzel haslettir. Müslümân kardeşlerimize kin beslemek, onlara karşı saygısız olmak ne zararlı şeydir. Bu yol hiç kimseye fazîlet kapısını açmamış, hiç kimseyi muvaffak etmemiştir.
Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri "kuddise sirruh" yağmurlu bir havada Cum’a namâzına gitmek için evinden çıktı. Sağanak hâlde yağan yağmur, yolu çamur hâline getirmişti. Yağmur bitinceye kadar bir evin ihâta duvarına dayandı. Çamurlu ayakkabılarını duvarın taşlarına sürerek temizledi. Yağmur yavaşlayınca câmiye doğru yürüdü. Bu sırada aklına bir mecûsînin duvarını kirlettiği geldi. Çok üzüldü. Onunla halâlleşmeden nasıl Cum’a namâzı kılabilirsin? Başkasının duvarını kirletmiş olarak nasıl Allahü teâlâ’nın huzûrunda durursun, diye düşündü. Geri dönüp o mecûsînin kapısını çaldı. Kapıyı açan mecûsî; buyurun, bir arzûnuz mu var, diye sordu. Sizden özr dilemeye geldim, dedi. Mecûsî hayretle; ne özrü, diye sordu. O da; biraz önce duvarınızı elimde olmadan çamurlu ayakkabılarımı temizlemek maksadıyla kirlettim. Bu doğru bir hareket değil. Yağmurun şiddeti bu inceliği unutturdu, dedi. Mecûsî hayretle; peki ama ne zararı var? Zâten duvarlarımız çamur içinde. Sizin ayağınızdan oraya sürülen çamur bir çirkinlik veyâ kabalık meydâna getirmez, dedi. Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri; Doğru ama, bu bir haktır ve sahibinin rızâsını almak lâzımdır, dedi. Mecûsî; Size bu inceliği ve insan haklarına bu derece saygılı olmayı dîniniz mi öğretti, diye sorunca; Evet dînimiz ve bu dînin Peygamberi olan Muhammed aleyhisselâm öğretti, dedi. Mecûsî; O hâlde biz niçin bu dîne girmiyoruz, diyerek kelime-i şehâdet getirip, Müslümân oldu.
 
Bir gün Yûsüf-i Bahirânî isminde bir zât kendi kendine; Bâyezîd-i Bistâmî’nin "kuddise sirruh" yanına gideyim. Eğer, açıktan bir kerâmet gösterirse velî olduğunu kabûl edeyim. Böylece onu imtihân etmiş olayım, diye düşündü. Bu düşünce ile, Bâyezîd-i Bistâmî’nin bulunduğu yere geldi. Hazret-i Bâyezîd-i Bistâmî onu görünce buyurdu ki: ”Biz kerâmetlerimizi, talebelerimizden Ebû Sa’îd Râîye havâle ettik. Sen ona git. Bu kimse gidip, Ebû Sa’îd Râîyi sahrâda buldu. Kendisi namâz kılıyor, koyunlarına da, kurtlar bekçilik ediyordu. Namâz bitince, gelen kimse kendisinden tâze üzüm istedi. Oralarda üzüm bulunmazdı ve zamânı da değildi. Ebû Sa’îd Râî, asâsını ikiye bölüp, bir parçasını gelen kimsenin tarafına, diğer kısmını da kendi tarafına dikti. Allahü teâlâ’nın izni ile, hemen o parçalar asma oldu ve tâze üzüm verdi. Fakat, Ebû Sa’îd tarafında bulunan üzümler beyâz, gelen kimsenin tarafında bulunan üzümler siyâh idi. O kimse, üzümlerin renklerinin farklı olmasının sebebini sordu. Ebû Sa’îd Râî; Ben, Allahü teâlâ’dan, yakîn yolu ile istedim. Sen ise imtihân yolu ile istedin. Dolayısıyla, renkleri de niyetlerimize uygun olarak meydâna geldi, buyurdu ve o kimseye bir kilim hediye edip, kaybetmemesini tembih etti. O kimse kilmi alıp, hacca gitti. Fakat, kilmi, Arafat da kaybetti. Çok aradı ise de bulamadı. Hac dönüşünde, Bistâma, Bâyezîd hazretlerinin yanına uğradı. Baktı ki kaybettiği kilim, Bâyezîd-i Bistâmî’nin "kuddise sirruh" önünde duruyor. Bu hâdiselere şâhit olduktan sonra, böyle yüce bir zâtdan, kerâmet istediğine çok pişmân oldu. Tövbe ve istiğfâr edip, Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin talebeleri arasına katıldı.
 
Hazret-i Bâyezîd-i Bistâmî’nin yakınlarından biri seyâhate çıkarken, huzûra gelip, “Bana tavsiyede bulunur musunuz” dedi. O da; “Üç şey ile sana tavsiyede bulunurum: Yolculukta kötü huylunun biri sana arkadaşlık ederse, onun kötülüğünü kendi güzel ahlâk potana sok da şekillendirmeye çalış. Böylece işin ve yolculuğun selâmetle netîcelensin. Biri sana iyilikte bulunursa, devâmlı sûretde Allahü teâlâ’ya şükr et. Çünkü o adamın kalbini sana çeviren Cenabı-ı Hak’tır. Bir belâ sana dokunacak olursa, o belânın üzerinden kalkması için süratle Allahü teâlâ’ya dön ve netîceyi sabırla bekle. Ümîdin kırılmasın, itimâdın sarsılmasın. Çünkü gelen belânın altında ne gibi hayırların yattığını o ânda idrâk edemezsin.

Bâyezîd-i Bistâmî "kuddise sirruh" hazretleri buyurdular ki;

Gözlerini harâma bakmaktan ve başkalarının ayıplarını görmekten koru.

Bir gece karanlığında odamda otururken, ayaklarımı uzatmıştım. Hemen bir ses duydum. Sultânla oturan edebini gözetmelidir, diyordu. Hemen toparlandım.

Allahü teâlâ’nın kendileri sebebiyle nefsimi cezâlandırdığı bütün şeyler üzerinde düşündüm. Onların en şiddetlisi olarak gafleti buldum. Allahü teâlâ’dan bir an gâfil olmak (bir an Onu unutmak) Cehennem ateşinden dahâ şiddetlidir.

"Ey Allahım! Ey kusûrlardan uzak olan sonsuz kudret sahibi Rabbim. Sen ne dilersen yaparsın. Benim vücûdumu öyle büyült, öyle büyült ki, Cehennemi ağzına kadar doldursun. Böylece başka kullarına yer kalmasın. Onların yerine ben yanayım." Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” da böyle duâ ederlerdi.

Siz havada uçan birisini gördüğünüz zamân, hemen o kimsenin fazîletli, kerâmet sahibi birisi olduğuna hükm vermeyin. Hatâ edebilirsiniz. O kimsenin hakîkaten fazîlet ve kerâmet sahibi olduğunu anlamak için, İslâmiyyetin emirlerine uymaktaki hassâsiyetine, Peygamber efendimizin "aleyhissalâtü vesselâm" ahlâkı ile ahlâklanması ve sünnet-i seniyyeye uymasına, hakîkî İslâm âlimlerine olan muhabbet ve bağlılığına bakın. Bunlar tam ise, o kimse fazîlet ve kerâmet sahibidir. Bunlara uymakta en ufak bir gevşeklik ve za’îflik bulunursa, o kimse için fazîlet ve kerâmet sahibidir, demek mümkün olmaz.

Yâ Rabbî! Sana kavuşmak nasıl mümkün olur?” diye duâ ettim. Bir nidâ geldi, “Nefsini üç talakla boşa” diyordu.

Bu kadar zahmet ve meşakkatlere, sıkıntılara katlanarak aradığımı, annemin rızâsını almakta buldum. Çok basit gibi gelen anne rızâsını almanın, bütün işlerin evvelinde lâzım olduğunu anladım.

Günâhlara bir defa, tâ’atlere ise bin defa tövbe etmek lâzımdır. Yani yaptığı ibâdet ve tâ’atlere bakıp kendini beğenmek, o ibâdeti hiç yapmamak günâhından bin kat dahâ fenâdır.

İnsana zararı en şiddetli olan şeyin ne olduğunu bilmek istedim. Bunun, gaflet olduğunu anladım. Gafletin insana yaptığı zararı, Cehennem ateşi yapmaz. Yâ Rabbî! Bizleri gaflet uykusundan uyandır. Lütuf ve keremin ile bu duâyı kabûl eyle.

Bir kimsenin, Allahü teâlâ’ya olan muhabbetinin hakîkî olup olmadığının alâmeti; kendisinde deniz misâli cömertlik, güneş misâli şefkat ve toprak misâli tevâzu’ gibi üç hasletin bulunmasıdır.

Allahü teâlâ’nın nimetleri, her an herkese gelmektedir. O hâlde her zamân Ona şükür etmek lâzımdır.

Bizim sözlerimiz Kitâp ve sünnettendir. Bu iki kaynaktan gücünü ve manâsını almayan bir sözde değer yoktur.

Ârifin alâmeti nedir, diye sorulduğunda; Allahü teâlâ’yı anmakta gevşeklik göstermemektir, buyurdu.

Bâyezîd-i Bistâmî "kuddise sirruh" hazretleri buyurdular ki;

  Şu on şey beden üzerine farzdır:
  1- Farzları noksansız yerine getirmek,
  2- Harâm kılınan şeylerden kaçınmak,
  3- Allah için mütevâzı’ olmak,
  4- Müslümân kardeşlerine eziyet etmekten sakınmak,
  5- İyi ve kötü herkes için hayr isteyen olmak,
  6- Allahü teâlâ’nın mağfiretini arzûlamak,
  7- Her işte ve her hâlde, Allahü teâlâ’nın rızâsını gözetmek,
  8- Öfkeyi, gurûr ve taşkınlığı, zulm ve haksızlığı, üzücü ölçüde mücâdeleyi terk etmek,
  9- Kendi kendine nasîhatcı olmak, nefsi terbiyeye çalışmak, 
10- Ölüme bilerek hâzırlanmak.

    Şu on şey bedeni korur:
  1- Gözleri harâmdan ve lüzûmsuz şeylerden korumak,
  2- Dili zikre alıştırmak ve bunu i’tiyâd hâline getirmek,
  3- Nefs muhâsebesi yapmak ve günlük hayâtı bu ölçü içinde sürdürmek,
  4- İlim öğrenmek ve öğrenilen ilmi fâideli olacak şekilde kullanmak,
  5- Edeb ve terbiyeyi her yerde ve herkese karşı muhâfaza etmek,
  6- Bedeni, dünyânın fâidesiz işlerinden kurtarıp, dünyâ ve âhıret için fâideli işlerde kullanmak, 
  7-İnsanlarla haşr-neşr olmamak, kalbi geliştirmek, düşünceyi berraklaştırmak, zekâyı işletmek için uzlete çekilmek,
  8- Nefs ile kıyasıya mücâdele etmek,
  9- Çokça ibâdet etmek, 
10- Peygamber efendimizin "aleyhissalâtü vesselâm" sünnetine uymak.
 
   Şu on şey bedenin şerefidir:
   1- Tevâzu’ içinde yumuşak huyluluk,
   2- Hayâ ve edeb,
   3- İlim, 
  4- Harâm ve şüpheli şeylerden kaçınmak.Gönül râhatlığı içerisinde ibâdetleri hatâsız yapmaya çalışmak ve dünyâ şatafatına değer vermemek,
  5- Her işte, atılan her adımda Allahü teâlâ’dan korkmak,
  6- Güzel ahlâk,
  7- Başa gelen belâ ve musîbetleri yüklenmek, sabrı dayanak yapmak,
  8- Halk ile iyi geçinme yollarını, idâre etmek çârelerini bilip yürütmek,
  9- Öfkeye mâni’ olmak,
10- Dilenmeyi terk etmek.

Bâyezîd-i Bistâmî "kuddise sirruh" hazretleri buyurdular ki;

      Şu on şey insanın maddî ve manevî yapısını tahrip eder:
  1- Dînine önem vermeyen kimseyle arkadaşlık etmek,
  2- Hayırlı ve yararlı kişilerden ayrılmak, onlarla dostluk kurmamak,
  3- Nefsin isteklerine boyun eğip, onun peşine takılmak,
  4- İslâmiyyetden uzaklaşmak, 
  5- Dinden olmayan şeyleri din adına uydurup [bid'at meydâna çıkarıp], dîne sokan kimselerle [bid'at sâhipleri ile]oturup kalkmak, 
  6- Dünyâ ve âhıret için yararlı olmayan şeylerle uğraşmak ve bu tür şeyleri arzûlamak, 
  7- Halkı kötü zan altında tutmak, 
  8- Üstünlük taslamak, 
  9- Dünyalıktan yana üzüntüye kapılmak,
10- Âhıreti düşünmemek.
 
      On şey insan varlığını öldürür:
  1- Terbiye azlığı,
  2- Cehâlet çokluğu,
  3- Halktan nimet beklemek,
  4- Şehvet azgınlığı, nefs kudurganlığı,
  5- Baş olma sevdâsı,
  6- Dünyâya lüzûmundan fazla meyl etmek,
  7- Allahü teâlâ katında nefs ile dostluk kurmak,
  8- Çok yemek,
  9- Çok uyumak,
10- Kalabalığa uymak.
 
      On şey insanı aşağılık yapar:
  1- Öfke ve hiddet,
  2- Kin ve nefret,
  3- Büyüklenme,
  4- Zulm ve haksızlık,
  5- İnat yollu mücâdele,
  6- Cimrilik,
  7- Başkasına ezâ ve cefâ etmek,
  8- Mümîn kardeşine saygısızlık,
  9- Kötü huy ve fenâ ahlâk,
10- İnsâf ölçülerini aşmak.
 
Talebesi Ebû Mûsâya şöyle nasihatte bulundu:
Sana yaşadığın müddetçe, tamâmen Allahü teâlâ’ya yönelmeni, yüzünü hiçbir vakit Ondan çevirmemeni tavsiye ederim. Şüphe yok ki, Ona kavuşacak ve Onun yüce huzûrunda duracaksınız. Ve sen bütün işlediklerinden mesûl tutulacaksın. Sakın gâfil olma. Gaflet uykusundan bir ân önce kendini kurtar. Hiç kimseyi Ona tercîh etme. Sana gelen belâlara sabır et. Allahü teâlâ’nın hükmüne ve kazâsına rızâ göster. Allahü teâlâ’nın verdiğine kanâat et. Allahü teâlâ’ya güven, va’d ettiklerinin mutlaka yerine geleceğine inan. Rabbine tevekkül eyle. Her işinde Onun inâyetini iste. Onun emirlerine riâyet et. Hayâtda olduğun müddetçe bu dediklerimi yapmaya çalış. Halkı bırakıp, Hakka yönel. İşini Ona ısmarla!      


 
< Önceki   Sonraki >