ALTIN HALKA - 18 - 10 Yazdır E-posta
Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri “kuddise sirruh”, Allah adamlarıyla ve akıllılarla berâber bulunmayı, gâfil ve câhil kimselerden de uzak durmayı tavsiye ederek buyurdu ki: “Bir gün Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerine “kuddise sirruh”,  sohbet sırasında bir fütur, dağınıklık hâli gelmişti. Bunun üzerine; “Meclismize bir bîgâne, gâfil girmiştir. Bu hâl ondan dolayıdır. Onu arayıp bulunuz,” buyurdu. Talebeleri iyice aradıktan sonra, böyle birinin bulunmadığını söyleyince; “Bastonların bulunduğu yere bakınız,” dedi. Talebeleri oraya bakınca, bir bîgânenin asâsını bırakmış olduğunu anladılar. O asâyı oradan çıkarıp attılar.”
 
Bir gün Ubeydüllah-i Ahrâr’ın talebelerinden biri, gâfil bir kimsenin elbisesini giyip, sohbetine gelmişti. Oturduktan bir müddet sonra, hocası; “Bu mecliste bir gâfilin kokusu geliyor,” dedikten sonra, o talebeye dönüp; “Bu koku senden geliyor, yoksa bir gâfilin elbisesini mi giydin?” dedi. O talebe hemen dışarı çıkıp, o elbiseyi değiştirip geldi.
 
Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri kendisi sâlih ameller işlediği gibi, talebelerine ve sevenlerine de sâlih ameller işlemelerini tavsiye ederdi. Hattâ insanın yaptığı iyi veyâ kötü işlerin cansızlara bile tesîr edeceğini bildirerek buyurdu ki: “İnsanların amelleri, işleri ve ahlâkı, cansız şeylere de tesîr eder. Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin bu hususta çok keşfi vardır. Bu bakımdan, kötü işlerin işlendiği bir yerde yapılan ibâdet ile, iyi işlerin işlendiği yerde yapılan ibâdet birbirinden kıymetçe farklıdır. Bunun içindir ki, Kâ’bede kılınan iki rek’at namâz, başka yerlerde kılınan bin rek’at namâza bedeldir.”
 
Bir gün annesi tarladan kaldırdığı buğdayları, biriyle Ubeydüllah-i Ahrâr hazretlerine gönderdi. Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri buğdayları ambara koymakla meşgûl iken, buğdayları getiren kimse, boş çuvallarını alıp gitti. Nereye gittiği ve hangi yoldan gittiği belli değildi. Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri o anda neden bu zavallı ve garip kimseden duâ almadığına üzüldü. İçine garip bir ızdırab çöktü. Buğdayı olduğu gibi bırakıp, koşarak o kimsenin peşine düştü. Yanına vararak tevâzu’ ile kendisine duâ etmesini istedi ve; “Beni gönlünüze alın. Hâlime biraz inâyet nazarıyla bakın. Belki duânız ve himmetiniz bereketiyle, Allahü teâlâ beni afv eder, merhâmet eder de yolum açılır,” dedi. Onun yüzüne şaşkın ve hayret dolu ifâdelerle bakan zât; “Zan ediyorum ki Türk şeyhlerinin söyledikleri; “Her geleni Hızır bil, her geceyi Kadir bil” sözüne göre hareket ediyorsun. Fakat ben hiçbir özelliği olmayan, kendi hâlinde yaşayan bir kimseyim. Elimi yüzümü bile layığı ile yıkamayı bilmem. Senin istediğin şeyden ben haberdâr değilim. O bende yoktur,” dedi. Ubeydüllah-i Ahrâr duâ etmesi için yalvarmaya devâm etti. O kimse, Ubeydüllah-i Ahrâr’ın yalvarışına dayanamayarak ellerini kaldırdı ve; “Allahü teâlâ senin kalp gözünü açsın” diye duâ etti. Bu duâ bereketiyle Ubeydüllah-i Ahrâr’ın kalbinde açılmalar oldu.

 
< Önceki   Sonraki >