ALTIN HALKA - 18 - 9 Yazdır E-posta
Ubeydüllah-i Ahrâr hazretlerinin "kuddise sirruh" yakınlarından biri, bir defasında harâm bir işi yapmak üzere iken, Ubeydüllah-i Ahrâr birdenbire; “Ne yapıyorsun?” diye seslenip, îkâz etti. O kimse yerinden fırlayıp, kendine geldi ve harâm işlemekten vazgeçti. Biraz sonra Ubeydüllah-i Ahrâr evine gelip; “Allahü teâlâ’nın yardımı olmasaydı, şeytâna kapılmış gitmiştin!” buyurdu. Yine aynı kişi, bir gece şarâp içmek istedi. Bir yakınını, gece karanlığında kendisine şarâp alıp getirmesi için gönderdi. Gönderdiği kimse şarâbı alıp gelince, onun bulunduğu evin önünde durup, şarâp testisini yukarıdan sarkıttığı bir sepete koydu. O da sepeti yukarı çekmeğe başladı. Çekerken, sepet duvara çarpıp ipi koptu, yere düştü ve şarâp testisi kırıldı. Şarâp isteyen kimse, bilinmesinden korkarak, sabâhleyin erkenden kalkıp kırılan şarâp testisinin parçalarını topladı. Bundan hemen sonra, Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri "kuddise sirruh" o kimsenin evine geldi. “Gece yukarı çektiğin testinin sesi kulağıma geldi. Eğer o testi kırılmasaydı, benim kalbim kırılacaktı ve bir dahâ seninle buluşmama imkân kalmayacaktı” buyurdu.
 
Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri, zamânının sultânları üzerinde büyük bir tesîre sâhipti. Sultânlara sözü geçer, Müslümânların râhatı için onlara nasîhat ederdi. Kendisi şöyle anlatmıştır: “Eğer biz şeyhlik yapsaydık, zamânımızda hiçbir şeyh kendisine talebe bulamazdı. Fakat bize başka vazîfe verildi. Bizim işimiz, Müslümânları zâlimlerin şerrinden korumaktır. Bu sebeple, pâdişâhlar ile görüşmek ve onların gönlünü avlamak, dilediğimiz istikâmete çevirmek bize vazîfe olmuştur. [Yani emir-i ma’rûf ve nehy-i münker ederdi.]
 
Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri zamânının en büyük velîsi idi. İnsanların dünyâ ve ahrette se’âdete, kurtuluşa ermeleri için gayret eder, onlara İslâmiyyetin emir ve yasaklarını anlatırdı. Bir sohbeti sırasında buyurdu ki: İkindi namâzından sonra öyle bir vakit vardır ki, o vakitte amellerin en iyisiyle meşgûl olmak lâzımdır. Bazıları demişlerdir ki: “O saatte amelin en iyisi muhâsebe, insanın kendini hesâba çekmesidir. Öyle ki, gece ve gündüz geçirdiği sâatler içinde yaptığı işleri gözden geçirip, ne kadar zamânı tâ’at, ne kadar zamânı günâh işlemekle geçirmiş, hesap etmelidir. Tâ’at ile geçirdiği zamânı için şükür etmelidir. Günâh ile geçen zamânı için de istiğfâr etmelidir.” Bazıları da şöyle demişlerdir: “Amellerin en iyisi, bir büyük zâtın sohbetine kavuşmak için gayret göstermek ve o zâtın sohbetinde, gönlünü Allahü teâlâ’dan başka her şeyden çevirmesidir,” demişlerdir ki, en iyi amel, Allahü teâlâ’dan başka her şeyden yüz çevirip, Allahü teâlâ’ya dönmektir.”
 

 
< Önceki   Sonraki >