ALTIN HALKA - 5 - 3 Yazdır E-posta
Sultân-ül-Ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî’yi "kuddise sirruh" bir gece uyku bastırıp, sabâh namâzına uyanamadı. Namâzını kazâ edip, o kadar ağlayıp inledi ki, bir ses işitti. Ey Bâyezîd, bu günâhını afv eyledim. Bu pişmânlık ve ağlamana da, ayrıca yetmiş bin namâz sevabı ihsân eyledim, diyordu. Aradan birkaç ay geçtikten sonra onu, yine uyku bastırdı. Şeytân gelip, Bâyezîd-i Bistâmînin mübârek ayağından tutarak uyandırdı ve; Kalk namâzın geçmek üzeredir, dedi. Bâyezîd-i Bistâmî, şeytâna; ey mel’ûn! Sen hiç böyle yapmazdın. Herkesin namâzının geçmesini, kazâya kalmasını isterdin. Şimdi nasıl oldu da beni uyandırdın? buyurunca, şeytân şu cevabı verdi: Birkaç ay önce sabâh namâzını kaçırdığında, pişmânlığın ve üzüntün sebebiyle çok ağlayıp inlediğin için, ayrıca yetmiş bin namâz sevabı almıştın. Bu gün, onu düşünerek, sâdece vaktin namâzının sevabına kavuşasın da, yetmiş bin namâz sevabına kavuşmayasın diye seni uyandırdım, dedi.
 
Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri "kuddise sirruh", kabristânda çok dolaşırdı. Bir gece gezerken, gece bekçisi elindeki sopayla vurdu. Bâyezîd; “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil Alîyyil azîm,” dedi. Bekçi birkaç kere dahâ vurunca, sopa kırıldı. Bâyezîd hazretleri eve dönünce, talebelerine sopanın fiyatını sordu. O kadar parayı bir keseye koyarak, bir miktâr da tatlı ile berâber bir talebesiyle, o bekçiye gönderdi. Bir de mektup yazarak, bekçiye vermesini söyledi. Mektup şöyle idi: “Muhterem bekçi efendi! Belki beni hırsız sanarak dövdün. Kabahat bendedir. Gece kabristânda gezmeseydim, dövmezdin. Sopanızın kırılmasına da sebep oldum. Gönderdiğim para ile kendine bir sopa al! Sopanın kırılma üzüntüsünün kalbinden gitmesi için de, yolladığım tatlıyı yi! Allahü teâlâ’nın selâmı üzerine olsun.” Genç bekçi mektûbu okuyunca, gelip özür dileyerek tövbe etti. Onunla birlikte birkaç bekçi dahâ hak yola girdi.
 
Bir sene hacca gitmek üzere yola çıktı. Bir devesi vardı. Azığını ve eşyâsını o deveye yüklemişti. Birisi kendisine; bu kadar uzun yol için, bu kadar yük bu deveye fazla gelmez mi, dedi. Bâyezîd-i Bistâmî; acaba yükü taşıyan deve midir? Dikkat et bakalım, devenin sırtında yük var mı, dedi. O kimse dikkatle baktığında gördü ki, yük devenin sırtından bir karış yukarıda durmaktadır. O kimse hayretini gizleyemeyip; Sübhânallah! Ne kadar acâib bir iş, deyince, Bâyezîd-i Bistâmî; Hâlimi sizden gizlesem, bana dil uzatıyorsunuz. Hâlimi size açık açık göstersem hayret ediyorsunuz, tâkat getiremiyorsunuz. Ben size ne yapayım bilemiyorum, buyurdu. Yoluna devâm etti. Ziyâretleri esnâsında kendisine, annesinin hizmetine gitmesi bildirildi. Bistâma giden bir kâfile ile hemen yola çıktı. Bistâma geldiği duyulunca, bütün halk yollara dökülüp, kendisini karşıladılar. Seher vakti evlerine geldi. Annesi abdest almış şöyle duâ ediyordu: (Yâ Rabbî! Benim garip oğlumu her kötülükten muhâfaza buyur. Büyükleri kendisinden hoşnut eyle. Oğluma güzel hâller ve iyilikler ihsân buyur.) Bunun üzerine Sultân-ül-Ârifîn kapıyı çalıp izin istedi. Annesinin “Kim o?” suâline, Bâyezîd-i Bistâmî; “Senin garîb oğlun.” cevabını verdi. Annesi koşup kapıyı açtı ve; “Senden ayrılık hasretiyle ağlaya ağlaya saçlarıma ak düştü, belim büküldü”, dedi.
 
Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri bir sene hac dönüşünde Hemedâna uğrayıp, oradan bir miktâr tohum satın aldılar. Bistâma gelip, Hemedândan aldığı tohum torbasını açınca, içinde bir kaç karınca bulunduğunu gördü. Bunları yuvalarından ayırmanın münasip olmayacağını düşünüp, tekrâr Hemedâna gitti. Tohumu aldığı yere bırakıp, ondan sonra Bistâma döndü.
 
Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri bir gün yanlışlıkla bir karıncayı öldürdü. Haberi olunca, çok pişman olup üzüldü. Ölü karıncayı avcuna alıp, şefkat, merhamet ve hüzün ve kırık kalbi ile karıncaya üfürünce, Allahü teâlâ’nın izni ile karınca canlanıp yürümeye başladı.
 

 
< Önceki   Sonraki >