ALTIN HALKA - 18 - 8 Yazdır E-posta
Mevlâ’nâzâde Nizâmeddîn anlatır: “Kış zamânıydı. Günlerin en kısa olduğu bir mevsimde, Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleriyle "kuddise sirruh" bir köyden bir köye gidiyorduk. İkindi namâzını yolda kıldık. Güneş solmaya başlamış ve ufuk çizgisine yaklaşmıştı. Menzilmiz gâyet uzaktı ve bu vaziyette oraya gecenin geç sâatlerinden evvel varmak ihtimâli yoktu. Etrafta ise barınılacak hiçbir yer bulunmuyordu. Her taraf bozkırdı. Kendi kendime; “Menzil ırak, vakit akşâm, yol korkunç, hava soğuk, sığınılacak yer yok; hâlimiz ne olacak?” diye düşünmeye başladım. Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri "kuddise sirruh", atını hızla sürüp gidiyor ve hiçbir telâş eseri göstermiyordu. İçimden bu düşünceler geçince, başlarını bana döndürdüler ve; “Yoksa korkuyor musun?” diye sordular. Sükût ettim. “Atını sıkı sürüp yol almaya bak! Belki güneş batmadan menzilmize ulaşırız” buyurdu. Böylece atlarımızı sıkı sürerek yol almaya başladık. Bir hayli gittikten sonra, güneşin yerinde durduğunu gördüm. Ufka yakın bir noktada ve göğe çivilenmiş gibiydi. Köye girer girmez, sanki güneş söndürülmüş gibi, birdenbire zifirî karanlık içinde kaldık.”
 
Ubeydüllah-i Ahrâr hazretlerinin "kuddise sirruh" talebelerinden, ticâret işlerine bakan Mevlâ’nâ Necmeddîn şöyle anlatmıştır: Bir defasında büyük bir kervan hâlinde, develerimiz ticâret eşyâsı yüklü olarak dönerken, eşkıyâ yolumuzu kesti. Kervanda bulunanlar, eşkıyâyı görünce, büyük bir dehşete kapıldı. Mallarını gitmiş, kendilerini de esir edilmiş düşündüler. Ben içimden dedim ki; Hâce Ubeydüllah-i Ahrâr hazretlerinin bana emânet edilmiş mallarını, cenk etmeden eşkıyâya teslîm etmek talebelik şânına uymaz. Böyle bir hareket mertlik ve insanlıktan uzaktır. En iyisi, hocamın mallarını muhâfaza etmek yolunda şehit olmaktır. Böyle düşünüp, Ubeydüllah-i Ahrâr hazretlerinin rûhâniyyetinden yardım isteyerek kılıcımı çektim. O ânda kendimi, hocam Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri şeklinde gördüm ve eşkıyâ üzerine at sürerek, kılıç sallamaya başladım. Sonunda eşkıyânın kervanı bırakıp kaçtığını gördüm. Hâlbuki eşkıyâ bizden fazla idi. Benim maksadım şehit olmaktı. Kervandakiler, bu hâle benden dahâ çok hayret etti. Kaldı ki, ömrümde hiç cenk etmemiştim ve çarpışma nedir bilen bir insan da değildim. Bu işin Hâce Ubeydüllah-i Ahrâr hazretlerinin "kuddise sirruh" tasarrufu ile olduğunu anladım. Huzûruna gittiğimde, hâdiseyi bütün teferruatıyla anlattım. Buyurdu ki: “Za’îfler, kuvvetli düşmanla karşılaştıkları zamân, kendi kuvvetlerinden geçerler ve büyüklerin rûhâniyyetinden yardım isterlerse, Allahü teâlâ onlara öyle bir kuvvet verir ki, onunla düşmanlarını yenerler.”

 
< Önceki   Sonraki >