ALTIN HALKA - 15 - 13 Yazdır E-posta
Zamânın büyüklerinden Abdülkuddüs hazretleri "rahmetullahi aleyh" şöyle anlatmıştır: Behâeddîn-i Buhârî hazretlerini kabrine koyduk. Gördüm ki, mübârek yüzleri tarafından “Müminin kabri Cennet bahçelerinden bir bahçedir,” hadîs-i şerîfinde buyurulduğu gibi, Cennetten bir kapı, kabr-i şerîflerine açıldı. O kapıdan iki hûri gelip, ona selâm verdi ve; “Allahü teâlâ bizi, sizin için yarattığı vakitten beri sizi bekliyoruz,” dediler. Hâce hazretlerinin onlara; “Ben Allahü teâlâ hazretleri ile ahdettim ki, Onun hiçbir şeye benzemeyen, nasıl olduğu anlatılamayan dîdârını görmedikçe, benim yolumda bulunanlara ve benden hakkı işitip amel edenlere şefâ’at etmedikçe, hiçbir şey ve hiçbir kimse ile meşgûl olmam,” dedi.
 
Vefâtından sonra sevenlerinden biri onu rüyada görmüş ve; “Ne amel işleyelim ki, kurtuluşa erelim,” diye sormuştur. “Son nefeste ne ile meşgûl olmak gerekirse, onunla meşgûl olunuz,” buyurmuştur.
 
Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî hazretleri "kuddise sirruh" orta boylu, mübârek yüzü değirmi olup, yanakları kırmızıya yakın idi. İki kaşı arası açık, gözleri sarı ile elâ renk karışımı olan kestâne renginde idi. Sakalının beyâzı siyâhından çok idi. Ne hızlı, ne de yavaş yürürdü. Konuşmaları Peygamber efendimizin konuşması gibi, dâne dâne idi. Konuştuğu kimseye yönünü dönmüş olarak konuşurdu. Kahkaha ile gülmez, tebessüm ederdi. Her gün kendini yirmi kere ölmüş ve mezâra konmuş olarak düşünürdü. Kimseyi küçük ve hakîr görmez, dâimâ güler yüzle karşılardı. Ancak celâllendiği zamân kaşlarını çatardı. Bu zamânda heybetinden karşısında durulmaz olurdu. Şemâili, görünüşü birçok bakımdan Resûlullah efendimize benzediği gibi, sözleri, işleri ve bütün hareketleri sünnet-i seniyyeye uygun idi.
 
En büyük talebelerinden Alâüddîn-i Attâr “kuddise sirruh” şöyle anlatmıştır: Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn Buhârî hazretleri o derece fakîr idi ki, evlerinde kış günleri namâz kılmak için yere serecek bir şey bulunmadığından, eski bir kilim serip, onun üzerinde namâz kılarlardı. Maîşet ve geçimlerine bir çekirdek bile harâm karıştırmazlardı. Kendilerinin ve âile efrâdının helâl yemesine çok dikkat ederdi. Şüphelendiği herhangi bir şeyden uzak dururlardı. (İbâdet on kısımdır. Dokuz kısmı, helâl kazanmaktır) buyurulan hadîs-i şerîfi bildirirlerdi. Fakîr olmalarına rağmen, lütuf ve keremleri bol olup, cömert idiler. Bir kimse bir hediye getirse, mümkünse getirilen hediyenin iki misli kıymetinde bir hediye verirlerdi. Tanıdığı veyâ tanımadığı bir kimse evlerine ziyârete gelse, güler yüzle karşılar, nezâketle yol gösterir, evde ne bulunursa ikrâm ederlerdi. Misâfirlerine bizzat kendisi hizmet ederdi. Eğer ev soğuk olursa, kendi giyeceğini ve yatağını misâfire verirdi. Misâfirin hayvanı varsa, hayvanın yemini ve suyunu verirdi. Nafakasını çalışarak temîn ederdi. Bunun için bir miktâr arpa, biraz da hayvan yemi eker, kaldırır, bununla geçinirdi. İşinde bizzat kendisi çalışır, bütün işlerini görürdü.

 
< Önceki   Sonraki >