ALTIN HALKA - 15 - 11 Yazdır E-posta
Şeyh Ârif-i Dikgerânî, Seyyid Emîr Gilâlin "kuddise sirruh" halîfelerinin büyüklerindendi. O anlatır: Bir gün, Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî hazretlerini "kuddise sirruh", Kasır-ı Ârifânda ziyârete gittik. Buhârâya döndüğümüzde, oranın fakîrlerinden bir gurup da bizimle berâberdi. Onlardan biri, Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin aleyhinde konuştu. O şahsa dedik ki, sen onu tanımıyorsun. Allahü teâlâ’nın Evliyâsına karşı sû-i zan ve sû-i edepte, [kötü zan ve edepsizlikte] bulunman uygun değildir, dedik. Susmadı. Bir eşek arısı gelip, ağzına girdi ve dilini soktu. Dayanamayacak kadar canı yandı. Bu, o büyük zâta edepsizliğinin cezâsıdır, dedik. Çok ağladı, pişmân oldu, tövbe etti. Ona karşı itikâdını düzeltti ve ağrısı da geçti.
 
Seyyid Burhâneddîn, Hâce hazretlerine bir miktâr balık getirdi. Hâce hazretleri bağda idi. Balıkları da bağda pişirmek istediler. İlkbahar mevsimiydi. Hâce hazretleri balıkları pişirirken, gök yüzünü büyük bir bulut kapladı. Yağmur yağmaya başladı. Hâce hazretleri, seyyid Emîr Burhâneddîne; “Duâ et, benim olduğum yere yağmur yağmasın!” buyurdu. Burhâneddîn; “Efendim, benim ne haddime?” dedi. Hâce hazretleri; “Benim dediğimi yap,” buyurdu. Seyyid Burhâneddîn emre uyarak duâ etti. Kudret-i ilâhî ile Hâce hazretlerinin olduğu yere yağmur yağmadı. Diğer yerlere o kadar yağdı ki, suları, sel gibi yanımızdan akıyordu. Bu hâli görenler hayretler içinde kaldı. Bu kerametten çokları istifâde ettiler.
 
Bir defa buyurdu ki: Bizim yolumuz Resûlullah efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” sünnetine ve Onun sünnetini bildiren Eshâb-ı  kirâm’ın “aleyhimürrıdvân” yoluna uymaktır. Bunun için bu yolda az bir amel, büyük kazançlara, netîcelere sebep olur. Sünnete uymak çok büyük bir iştir. Bu yoldan yüz çeviren, dînini tehlikeye atmış olur.
 
Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî hazretleri "kuddise sirruh" Buhârâda, yaz mevsiminde bir akşâm, talebeleriyle birlikte Atâullah adında bir zâtın evinin damında oturmuş, sohbet ediyordu. Mübârek ağzından inci gibi güzel sözler dökülüyor, dinleyenlere feyiz saçıyordu. Evin yakınında, Buhârâ Vâlîsinin sarâyı vardı. O akşâm vâlî de, sarâyının damında adamlarıyla birlikte def ve çalgı çalıp, eğleniyordu. Ses her tarafa yayılıyordu. Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî "kuddise sirruh"; “Bizim bu sesleri işitmemiz câiz değildir, kulağımıza pamuk tıkamak lâzımdır,” dedi. Böyle söyledikten sonra, sohbet meclisinde bulunan talebeleri ve kendisi, çalgı sesini işitmez oldular. Hâlbuki vâlî ve adamları sabâha kadar çalgı çalmışlardı. Sabâhleyin komşular, Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin talebelerine; “Biz çalgı sesinden sabâha kadar uyuyamadık. Siz nasıl durabildiniz?” dediler. Talebeler; “Hocamız bu sesi dinlememiz uygun olmaz, kulağımıza pamuk tıkamamız lâzımdır,” buyurdu. O andan itibâren, sabâha kadar hiç çalgı sesi işitmedik, dediler. Bu durum, o vâlîye anlatıldı. Vâlî durumu öğrenince, yaptığı işe pişmân olup, tövbe etti. Bu hâdise Buhârâda günlerce anlatıldı. Herkes Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin büyüklüğünü gördü. Ona muhabbetleri dahâ çok arttı.

 
< Önceki   Sonraki >