ALTIN HALKA - 15- 9 Yazdır E-posta
Büyük âlimlerden birisi anlatır: Gençlik zamânında, Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî hazretlerini "kuddise sirruh" çok severdim. Himmetleri ile bende şaşılacak hâller meydâna geldi. Bana dâimâ; “Beni hâtırından çıkarma!” derdi. Ben de dâimâ onları düşünür, hâtırlardım. Bu hâl üzere iken babam hacca gitti. Beni de berâberinde götürdü. Giderken Hirat şehrine uğradık. Hirat şehrini seyrederken, Hâce hazretlerini unuttum. Bağlılık hâtırımdan çıktı. O anda bendeki hâller gitti. Sonra İsfehâna gittim. Orada bir büyük âlim var idi. Bütün İsfehânlılar ondan himmet ve duâ isterlerdi. O zâtdan çok kerâmetler meydâna gelmişti. Babam beni alıp, o zâtın huzûruna getirdi. Benim için ondan himmet istedi. Fakat ben, Hâce hazretlerinden çok korktuğumdan, o zâtın huzûrundan dışarı çıktım. Sonra Mekke-i mükeremeye vardık. Beytullahı ziyâret ettik. Dönüşte, Hâce hazretlerinin ziyâreti ile şereflendiğim zamân, onu unuttuğum için çok çekiniyordum. Korktuğumu anlayıp; “Korkma, biz kusûru afv ederiz. Sen benim oğlumsun. Benim oğullarıma kimsenin tasarruf etmeye haddi yoktur,” buyurup, latîfe yollu; “Hirata gidince niçin beni unuttun?” buyurup, “Unutmak katiyen dostluğa sığmaz,” mısrâını okudular.”
 
Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî "kuddise sirruh", Tûs şehrine gidip, birkaç gün kaldı. Bir gün talebe ve ahbâbıyla Şeyh Mâşuk-ı Tûsînin kabrini ziyârete gittiler. Mezârın yanına gelince: “Esselâmü aleyke, yâ Mâşuk-ı Tûsî, nasılsın, iyimisin?” buyurdu. Kabrden; “Ve aleykesselâm. İyiyim, çok râhatım,” diye bir ses geldi. Yanındakilerin hepsi, bu cevabı duydular. Orada bulunanlardan biri, Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin büyüklüğüne inanmazdı. Bu kerâmeti görünce, tövbe etti. Bundan sonra talebelerinden ve sevdiklerinden oldu.
 
Talebesinden biri şöyle anlatmıştır: Kasır-ı Ârifânda bir bostân ektim. Sulama vakti geldi. Fakat sular kesildiğinden, bostânı sulayamadım. Hâce hazretleri o günlerde bostânıma geldi ve buyurdu ki: “Bostânın sulama zamânı geldi.” Ben de; “Sulama vakti geldi ama, sular kesildi,” dedim. Hâce hazretleri buyurdu ki: “Yer ve gökleri yaratan, sana su vermeğe kâdirdir. Sen su yollarını aç.” Acele ile su yollarını açtım. O gece sabâh oluncaya kadar suyu bekledim. Sabâh vaktinde su geldi. Bostânı suladım. Hattâ bir miktâr soğan ve sarımsak var idi. Onları da suladım. Sonra su kesildi. Dağlara yağmur mu yağdı diye düşündüm. Gittim, ırmak tarafına su akıyor mu diye baktım. Asla sudan bir iz göremedim. Acabâ bu su nereden geldi, diye şaştım kaldım. Sonra Hâce hazretlerinin ziyâretine gittim. “Bostânı suladın mı?” buyurdu. “Evet, suladım,” dedim. “Su kesildikten sonra ne yaptın?” buyurdu. “Irmağa gittim ve hiç su görmedim. Şaştım kaldım. Suyun nereden geldiğini anlayamadım,” dedim. Hâce hazretleri; “Bunu sen gördün, kimseye söyleme,” buyurdu.

 
< Önceki   Sonraki >