ALTIN HALKA - 15 - 6 Yazdır E-posta
Talebelerinden Emîr Hüseyin de şöyle anlatmıştır:“Benim evim Kasır-ı Ârifânda idi. Yirmi yaşına kadar çiftçilik ile uğraştım. Namâzdan ve niyâzdan uzak idim. Yiyip içip yatmaktan başka işim yoktu. Tam gençlik cehâleti içinde idim. Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî hazretleri "kuddise sirruh" câmi’e giderken, gelip geçtikçe, beni görüp tebessüm ederdi. Nihâyet bir gece rüyamda Behâeddîn-i Buhârî hazretlerini gördüm. Mübârek elinde bir ayna vardı. Aynayı bana verdi. Aynaya baktım, kendimi gördüm. Uyanınca, beni bambaşka hâller kaplamıştı. Âniden Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî hazretleri evime geldi. Bana dedi ki; “Aynayı sana kim verdi?” “Siz verdiniz efendim,” dedim. “Niçin namâz kılıp, Kur’ân-ı kerîm okumazsın?” buyurdu. “Kur’ân-ı kerîm okumayı bilmiyorum,” dedim. “Ben sana namâzı ve Kur’ân-ı kerîmi öğretirim,” buyurdu. Bundan sonra beni yetiştirip, terbiye etti. Pek çok ihsâna ve nimete kavuşmama sebep oldu.”
 
Nakl edilir ki, Şeyh Şâdî adında bir zât, Kasır-ı Ârifâna gelip, Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin "kuddise sirruh" huzûruna girerek, ziyâretlerine gelmekte kusûr ettiğini söyleyip, afv etmelerini istedi. Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî hazretleri ona şaka yaparak; “Bedâva özür kabûl edilmez,” buyurdu. Gelen zât; “Bir öküzüm vardır, onu size vereyim,” dedi. “Onu kabûl etmeyiz, köyünde uzun zamândan beri biriktirip, duvar arasında bir kap içinde gizlediğin kırk altının var, onları getirirsen kabûl edilir,” buyurdu. Şeyh Şâdî; “Sakladığım altınları başka kimse bilmiyordu. Nasıl bildiler?” diye hayretler içinde kaldı. Sonra köyüne gidip altınlarını getirdi. Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin önüne koydu. Behâeddîn-i Buhârî hazretleri altınları sayıp, içinden bir dânesini ayırdı. Diğerlerini o zâtâ geri verdi. “Bunlarla öküz satın alıp çiftçilik yap. Kaldırdığın mahsûlü Allahü teâlâ’nın kullarına dağıt,” buyurdu. Sonra ayırdığı bir altını göstererek; “Bu altın harâmdır,” buyurdu. Dahâ sonra o zâta; “Hâce hazretlerinin ayırdığı o bir altını nereden almıştın?” dediler. Behâeddîn-i Buhârî hazretlerini tanımadan ve ona talebe olmadan önce bir kumarda kazanmıştım, dedi.
 
Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî hazretleri "kuddise sirruh", talebelerinden birini, bir iş için bir yere göndermişti. Talebesi işi görüp dönerken, yolda havanın çok sıcak olması sebebiyle, dinlenmek için bir ağacın gölgesine oturdu. Dinlenirken uykusu gelip, uyuya kaldı. Rüyasında hocası Behâeddîn-i Buhârî’yi "kuddise sirruh" gördü. Elinde bir asâ ile yanına yaklaşıp; “Uyan, kalk burası uyunacak yer değildir,” dedi. Bunun üzerine hemen uyanıp, gözlerini açtı ve ayağa kalktı. Birden, iki kurdun kendisine doğru yaklaştığını ve hücûm etmek üzere olduklarını gördü. Hemen oradan uzaklaşıp, yoluna devâm etti. Kasır-ı Ârifâna varınca, Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin yola çıkmış, kendisini karşılamakta olduğunu gördü. Yanına yaklaşınca; “Hiç öyle korkulu ve tehlikeli yerlerde istirâhat edilir mi?” buyurdu.

 
< Önceki   Sonraki >