ALTIN HALKA - 2 - Selmân-ı Fârisî Hazretleri "radıyallahu anh" Yazdır E-posta
Resûlullah efendimizin "aleyhisselâm" eshâbının ileri gelenlerindendir. Eshab-ı kiramın büyüklerinden ve meşhûrlarından. Silsilet-üz-Zeheb diye bilinen “Altın silsilenin” (Büyük veliler silsilesinin) ikinci halkası. Aslen Îrânlı olup, İsfehan yakınlarında Cey köyünde doğup büyüdü. Gençliğinde Mecûsî iken, Hıristiyân rahipleri ile tanışıp, Mecûsîliği terk etti. Kiliseye girip Hıristiyân oldu. Çok ilim öğrenip âlim oldu. Uzun yıllar değişik yerlerde kaldı. Nihâyet Medîne’ye gelip, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” hicret edince, maksadına kavuşup, Müslümân oldu ve Ehl-i beyt’den sayıldı. Mabeh bin Buzahşâh olan ismini, Resûlullah efendimiz, Selmân olarak değiştirdiler. “Îrânlı” denilmekle birlikte, Selmân adı ile de anıldı. Nesebi, Mabeh bin Buzahşâh bin Mursilân bin Behbudah bin Firûzdur. Selmânü’l-Hayr lakabı ve Ebû Abdüllah künyesiyle tanındı. 35 [m. 655] senesinde vefât etti. Yaşı hakkında çeşitli rivâyetler vardır.

Selmân-ı  Fârisî “radıyallahü anh”, Cey köyünün en zengini olan Buzahşâh bin Mursilânın biricik çocuğuydu. Ona çok düşkün olan babası, kendisini evden dışarı çıkarmazdı. Oğluna, kendi Mecûsî inançlarını eksiksiz öğretip, evde devâmlı yanan bir ateşe secde ile ibâdetini yaptırırdı. Selmân-ı Fârisî gençlik çağına gelince, arâziyi tanıyıp, sâhip oldukları malları görmesi için babası tarafından dışarı çıkarıldı. Arâzilerinin yakınındaki kilisedeki rahiplerin ibâdeti dikkatini çekti.

Onların görünmeyen bir Allah’a ibâdet etmelerinin, ateşe tapmaktan dahâ üstün olduğunu anladı. Tarlalara gitmeyi bırakıp, orada rahipleri seyirle meşgûl oldu. Rahiplerden, bu dînin asılını Şâmda öğrenebileceğini ve bir müddet sonra oraya bir kervan gideceğini öğrendi. Eve geç kalınca, babası onun Hıristiyânlığa olan meylini öğrenip, elini kolunu bağlayarak eve hapis etti. Fakat o, davâsından vazgeçmeyip, rahiplerin bahis ettiği kervanın hareket gününde, evden kaçarak Şâma gitti. Orada Hıristiyânların en büyük âliminden Hıristiyânlığı öğrendi ve kilisede hizmet etmeye başladı. Fakat kilisedeki dînini öğrendiği rahip, insanların itimâdını istismâr ediyor, fakîrler için getirilen sadakaları kendisi için biriktiriyordu. Ölünce, yedi küp altın ve gümüş biriktirmiş olduğu görüldü. Onun yerine ilim ve züht sahibi bir rahip geçti. Uzun yıllar onun hizmetinde bulunan Selmân-ı  Fârisî “radıyallahü anh”, onun ölüm hastalığında; “Ey benim efendim! Uzun zamândan beri yanınızdayım ve sizi çok sevdim. Çünkü siz Allahü teâlâ’nın emirlerine itâat ediyorsunuz ve men’ ettiklerinden kaçıyorsunuz. Siz vefât ettiğiniz zamân ben ne yapayım. Bana ne tavsiye edersiniz?” diye sordu. “Oğlum! Şâm’da insanları ıslâh edecek bir kimse yok. Kime gitsen seni ifsat eder. Fakat Musul’da bir zât vardır. Ona gitmeni tavsiye ederim,” dedi. O zât vefât edince, Şâmdan Musul’a gitti ve tarîf edilen zâtı buldu. Başından geçenleri anlattı. Onun hizmetine girdi. Bu âlim de diğeri gibi çok kıymetli, zahit, âbid bir kimseydi. Vefât zamânı yaklaşınca, aynı soruları ona da sordu. Nusaybin’de bir zâtı tavsiye etti. O vefât ettikten sonra, derhâl Nusaybin’e gitti. Bahs edilen kimseyi bulup, yanında kalmak istediğini söyledi.
 
Bir müddet de onun hizmetinde bulundu. Bu zât da, vefât etmek üzere iken, Amuriyede bulunan başka bir kimseye gitmesini tavsiye etti. Vefâtından sonra Selmân-ı Fârisî oraya gitti. Uzun zamân da onun yanında kaldı.

Vefâtı yaklaşınca kendisini birine havâle etmesini ricâ etti. “Vallâhi şimdi böyle bir kimse bilemiyorum. Fakat âhir zamân Peygamberinin gelmesi yaklaştı. O, Araplar arasından çıkar. Vatanından hicret edip, taşlık içinde hurması çok bir şehre yerleşir. Hediyeyi kabûl eder, sadakayı kabûl etmez. İki omuzu arasında nübüvvet mührü vardır,” diyerek, Resûlullah efendimizin husûsiyetlerini saydı.

 
< Önceki   Sonraki >