ALTIN HALKA - 6 - 3 Yazdır E-posta
Bir gün, Ebül-Hasen-i Harkânî hazretlerinin "kuddise sirruh" bir talebesi çok hastalandı. Buna hiç bir tabip çâre bulamadı. Talebe, hastalığın ağrısına dayanamaz hâle gelmişti. Sonunda durumu Ebül-Hasen-i Harkânî’ye bildirdiler. Bunun üzerine Ebül-Hasen-i Harkânî hazretleri terliklerini vererek; “Bunları ağrıyan yere sürün” buyurdu. Ebül-Hasen-i Harkânî hazretlerinin dediği gibi yaptıklarında, Allahü teâlânın yardımıyla talebe iyileşti ve râhatsızlığı kalmadı.
 
Talebelerinden biri, Ebül-Hasen-i Harkânî hazretlerinden; “Lübnan dağına gidip, Kutb-i âlemi görmek için bana izn ver” diye ricâda bulundu. Ebül-Hasen hazretleri izin verince, o talebe Lübnan dağına vardı. Orada, yüzleri kıbleye dönmüş hâlde oturan bir cemâat gördü. Önlerinde bir cenâze duruyordu. Fakat cenâze namâzını kılmıyorlardı. Talebe dayanamayarak; “Niçin cenâzenin namâzını kılmıyorsunuz?” diye sordu. Oradakiler; “Kutb-i âlemin gelmesi lâzımdır. Kutb-i âlem buraya her gün beş kere gelir ve imâmlık yapar” dediler. Talebe bunu duyunca çok sevindi ve beklemeye başladı. Bir süre sonra herkes ayağa kalktı. Baktı ki, kendi hocası Ebül-Hasen-i Harkânî hazretleri geldi. Hocasının Kutb-i âlem olduğunu anladı. Bu durum onu dehşete düşürdü ve kendinden geçti. Tekrâr kendine geldiğinde, namâz kılınmış ve cenâze defin edilmişti. Kutb-i âlem de gitmişti. Talebe orada bulunanlara; “Kutb-i âlem tekrâr ne zamân gelir?” diye sordu. Önümüzdeki namâz vakti gelir, diye cevap verdiler. Talebe onlara; Ben onun talebesiyim. Ona karşı şöyle şöyle demiştim. Uzun süreden beri yollardayım. Ona durumumu arz edin de, beni berâberinde Harkâna geri götürsün, diye yalvardı. Ebül-Hasen-i Harkânî hazretleri, tekrâr namâz kıldırmak için oraya geldiklerinde, talebe elini ona doğru uzattı ve tekrâr bayıldı. Kendisine geldiğinde, Rey şehrinin çarşısındaydı. Harkâna hocasının yanına gidince, Ebül-Hasen-i Harkânî hazretleri ona; “Gördüklerini kimseye anlatma. Çünkü, Allahü teâlâ’dan bu dünyâda beni halktan gizlemesini ve bir dâne ârif ve büyük zât hâriç, hiçbir kimsenin görmemesini istedim. Öyle de oldu. O zât da Bâyezîd-i Bistâmîdir”, buyurdu.
 
Bir gün Ebû Sa’îd, Ebül-Hasen-i Harkânî hazretlerinin yanına büyük bir kalabalıkla ziyâret için gelmişti. Hizmetçi kadın, arpadan yapılmış birkaç adet ekmeği, bir sepet içinde Ebül-Hasen-i Harkânî’nin yanına getirdi. Ebül-Hasen hazretleri o kadına; “Şu ekmeklerin üzerine bir örtü ört ve oradan istediğin kadar ekmek çıkar”, diye tembih etti. Kadın denileni yaptı ve kalabalık bir halk topluluğuna, durmadan örtünün altından ekmek çıkardı. Fakat ekmekler bitmiyordu. Bir süre sonra kadın örtüyü kaldırınca, sepetin içinde hiçbir şey kalmadığı görüldü. Bunun üzerine Ebül-Hasen hazretleri; “Şâyet örtüyü kaldırmasaydın, kıyâmete kadar bunun altından ekmek çıkarıp duracaklardı”, buyurdu.
 
Bir gün İbn-i Sînâ, Harkâna Ebül-Hasen-i Harkânî hazretlerini evinde ziyârete geldi. Hanımı, ormana gittiğini söyledi. Hanımı, Ebül-Hasen hazretlerinin büyüklüğüne inanmadığı için, ona uygunsuz şeyler söyledi. İbn-i Sînâ ormana doğru giderken, Ebül-Hasen-i Harkânî hazretlerinin, bir aslana odun yüklemiş gelmekte olduğunu gördü. “Bu ne hâldir?” diye sorunca, “Evimdeki kurdun sıkıntı ve belâ yükünü taşıdığım için, bu aslan da bizim yükümüzü taşıyor” buyurdu.

 
< Önceki   Sonraki >