Ebû Bekr-i Sıddîk ''radıyallahü anh'' 3 Yazdır E-posta
Sıddîk kelimesi, lügatda üç ma’nâya gelir. Birinci ma’nâsı, gâyet doğru söyleyici demekdir. Bu ma’nâ, (Tâcül-islâm)da açıklanmışdır. Sûre-i Yûsüfde Sıddîk lafzı, bu ma’nâ ile tefsîr edilmişdir. İkinci ma’nâsı, kendi kavlini ameli ile [ya’nî yapdığı işi, sözü ile] doğrulamak demekdir. Üçüncü ma’nâsı, dâimî tasdîk demekdir. Bu iki ma’nâ (Sahîh-i Cevherîye) kitâbında açıklanmışdır. Emîr-ül-mü’minîn Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine Sıddîk söylenmesinde, birinci ma’nâ düşünülse, o cihetle adlandırılır ki, gâyet doğru söyliyen idi. Demişlerdir ki, hazret-i emîr-ül-mü’minîn Alî “kerremallahü vecheh” hadîs rivâyetini kimseden yemîn etmeksizin kabûl etmezdi. Ancak hazret-i Ebû Bekrden “radıyallahü teâlâ anh” kabûl ederdi. Eğer ikinci ma’nâ ile düşünülse, yine o cihetle adlandırılır ki, açıkdır. Eğer üçüncü ma’nâ düşünülse, o şeklde adlandırılır ki, O sultânı tasdîki devâmlı olup, yok olması, şübheye düşme ihtimâli yok idi.

Nitekim, bildirilmişdir ki, Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” hazretlerine mi’râc müyesser oldu. O gecenin sabâhında, mi’râc kıssasını anlatıp, buyurdu ki, (Bu gece, Mekkeden Beyt-i Mukaddese gitdim. Orada, Enbiyânın rûhlarına imâm olup, iki rek’at nemâz kıldım. Oradan Arşın üzerine yükseldim. Allahü teâlâ ile konuşdum. Allahü teâlâ, ümmetime, bir gün bir gecede elli vakt namâz farz etdi. Geri döndüm. Âsûmânda, hazret-i Mûsâ “aleyhisselâtü vesselâm” ile karşılaşdım. Beni geri gönderdi ki, elli vakt namâza ümmetin tâkat getiremez. Allahü teâlâya teveccüh etdim. On vakt namâz bağışladı. Geri Mûsâ aleyhisselâmın yanına geldim. Henüz çokdur, diye beni geri döndürdü. Tekrâr Allahü teâlâya teveccüh etdim. On vakt dahâ bağışladı. Velhâsıl, beş nöbetde, kırkbeş vakt namâz bağışladı. Hazret-i Mûsâ aleyhisselâm yine dön, dedikde, dedim ki, Rabbimden hayâ ederim. Ben bu beş vaktden râzıyım, dedim. Allahü teâlâdan nidâ geldi ki, bu beş vakt, elli vakte bedeldir. Sonra, Beyt-ül-mukaddese gelip, gece içinde, Mekkeye geri döndüm.) Hâl budur ki, bu gidip-gelmek, gâyet kısa zemânda oldu. Rivâyet edilir ki, geldikde, mubârek yatakları henüz sıcak idi. Kâfirler bu kıssayı işitince, inkâr edip, akla uygun değildir, dediler. İnkâr eden o gurub, şimdi bununla Ebû Bekri susdurmak iyi olur, diyerek, yanına geldiler. Dediler; yâ Ebâ Bekr! Efendinin, nasıl bir konuyu da’vâ edindiğini işitdin mi? Efendin der ki, bu gece arşa gitdim, geldim. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” o durumda, duraklama ve tereddüd etmeksizin, tasdîk ve kabûl edip, böyle söyledi ise, gerçek söyler. Ondan yalan sâdır olmaz, buyurdular. Ondan dolayı Ona, (Sıddîk) denildi. Hazret-i imâm-ı Alî “kerremallahü vecheh”, Ebû Bekr-i Sıddîk adı gökden inmişdir, diye yemîn etmişlerdir. Gâliba sebebi; meâl-i şerîfi (Doğru haberde gelen ve Onu tasdîk eden...) olan âyet-i kerîmede, tefsîr erbâbı, doğru haberde gelenin Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Onu tasdîk edenin de Ebû Bekr-i Sıddîk olduğunu söylemiş olmalarıdır. İbrâhîm bin Hasen el-cevherî el Hirevî rivâyet eder ki, hazret-i Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdular ki; (Ebû Bekr, anasından dünyâya geldi. Hak sübhânehü ve teâlâ, Cennete dedi ki, izzim celâlim hakkı için, sana yalnız Ebû Bekri sevenleri koyacağım!)
 
Ehl-i sünnet vel-cemâ’at müttefiklerdir ki, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” eshâbının en üstünü Ebû Bekr “radıyallahü anh”, ondan sonra hazret-i Ömerdir “radıyallahü anh”. Ammâ, hazret-i Osmân ile hazret-i Alînin efdaliyyetlerinde ihtilâf etmişlerdir. Ehl-i sünnet vel-cemâ’atden bir tâife, hazret-i Alînin üstün olduğunu söylediler. (Buhârî) “rahmetullahi aleyh” nakl edip, Abdüllah bin Ömerden “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet eder ki, hazret-i Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” zamân-ı şerîflerinde eshâb birbirinden tercîh olunurlardı. Evvelâ Ebû Bekri, sonra Ömeri, ondan sonra Osmânı, sonra Alîyi üstün tutarlardı “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”. İbni Münzir rivâyet eder ki, hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki, (Bu ümmetin Nebîsinden sonra hayrlısı, Ebû Bekr, sonra Ömer, ondan sonra Osmândır.)
 
Hazret-i Alîden “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet edilir. Evvelâ islâma gelen, Ebû Bekrdir “radıyallahü anh”. Hazret-i Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” ile ilk önce kıbleye durup, nemâz kılan Ebû Bekrdir. Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” islâma geliş sebebi şöyle idi. Hazret-i Ebû Bekr önceleri tüccâr idi. Sefer ve ticâret yapardı. Ekserî Şâma giderdi. Seferde iken, bir gece rü’yâ gördü ki, gökden ay inip, kucağına girdi. Ebû Bekr, iki eliyle onu kucakladı ve sînesine basdı. Uyandı. Yemlîhâ adında meşhûr bir râhib var idi. Ona varıp, rü’yâsını ta’bîr etdirdi. Râhib dedi ki, sen nerelisin? Ebû Bekr dedi; Arz-ı Hicâzdanım. Tekrâr sordu: Ne iş yaparsın. Ebû Bekr, tüccârım, dedi. Râhib dedi ki, yâ Arabistanlı kişi. Bu rü’yâda, sana büyük müjdeler vardır. Ta’bîrini ister isen, ücretini ver, dedi. Ebû Bekr “radıyallahü anh” oniki dînâr çıkarıp, verdi. Râhib dedi ki: O ay ki, gökden sana indi. Âhır zemân Peygamberidir. Yakınlarda zuhûr edecekdir. Sen Onun hayâtında iken vezîri olursun. Sonra halîfesi olursun. Yâ Arabistanlı kişi. Eğer ben sağ iken, Ona yetişir isen, bana haber ver. Ona varıp, buluşayım. Eğer ben dünyâdan gitmiş isem, selâmımı ona ulaşdırırsın. Ben Onun dînine girdim ve ümmetinden oldum. Beni âhıretde şefâ’atinden unutmasın. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh”, bana bir mektûb ver, dedi. Râhib, oniki satır bir mektûb yazıp, Ebû Bekre “radıyallahü anh” verdi. O mektûbun mevzû’u şu idi. (Esselâmü aleyke yâ Muhammed bin Abdüllah el Mekkî el Medenî el tehamî, salevâtullahi teâlâ aleyke ve selleme. Hakîkaten sen âhır zemân Peygamberisin! Ve Rabbilâlemînin Resûlisin. Bu mektûbu Ebû Bekr bin Ebû Kuhâfe ile sana gönderdim. Ma’lûm ola ki, ben sana îmân getirdim ve sana ümmet oldum. Ebû Bekr bana gelip, rü’yâsını ta’bîr etdirdi. O rü’yâ delâlet eder ki, Ebû Bekr senin vezîrin olur, sonra halîfen olur. Eğer ben sağ olup, hazretine yetişirsem, gelip önünde gâzâ ve cihâd ederim. Eğer yetişmezsem, âhıretde beni şefâ’atinden unutmayasın) diye mektûbu tamâm etmişdir.
 
Rivâyet olunur ki, hazret-i Resûl-i ekremin amcası Ebû Tâlib hakkında bu âyet-i kerîme nâzil oldu. (Şübhesiz ki sen istediğin kimseyi hidâyete kavuşduramazsın. Ve lâkin, Allahü teâlâ dilediğini hidâyete kavuşdurur.) Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” o mahalde hâzır idi. Cebrâîlden o da işitip, o bir zemân, kendinden geçdi. Sâlibî şöyle demişdir: Hazret-i Cebrâîlden vahyi, Ebû Bekr-i Sıddîkdan “radıyallahü anh” gayri kimse işitmemişdir.
 
< Önceki   Sonraki >