Ebû Bekr-i Sıddîk ''radıyallahü anh'' 4 Yazdır E-posta
Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurmuşlardır ki, mi’râc gecesi, kardeşim Cebrâîle süâl etdim ki, kıyâmet gününde, ümmetimin cümlesine süâl olunur mu. Cevâb verdi ki, yâ Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem! Ümmetinin cümlesine hesâb vardır. Lâkin, Ebû Bekre yokdur. Ona kıyâmet gününde yürü sen hesâbsız Cennete var; denilir. O ise, dünyâda beni sevenler, benimle berâber Cennete girmeyince, ben Cennete girmem, der.
 
İmâm-ı Fahreddîn-i Râzî “rahmetullahi aleyh” yazmışdır. Birgün sultân-ı kevneyn ve Resûl-i sekaleyn ve habîb-i Rabbilâlemîn Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine bir gümüş yüzük hediyye getirdiler. Hazret-i Ebû Bekre verdi. Yâ Atîk. Var, bunu bir kuyumcuya götür. Üzerine (Lâ ilâhe illallah), kazısın [ya’nî yazsın], buyurdu. Hazret-i Ebû Bekr yüzüğü alıp, kuyumcuya götürdü. Dedi ki, bu yüzüğün üzerine (Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah) nakş eyle. Bunu Sultân-ı Enbiyâ emr etmemişdi. Lâkin, hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh”, Allahü teâlânın ism-i şerîfinden, hazret-i Habîbi ekremin ism-i şerîfi ayrı olmasını lâyık görmedi. Onun için, kuyumcuya böyle ısmarladı. Kuyumcu da, emr-i şerîfleri mûcibince yüzüğün kaşı üzerine kazıyıp, tekrâr, Ebû Bekre teslîm eyledi. Onlar da mubârek yüzüğü eline alıp, Fahr-i kâinâta getirirken, Allahü teâlâ hazretleri, azamet ve kibriyâsı ile, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâma emr eyledi ki, yâ Cebrâîl! Acele yetiş. Habîbimin yüzüğüne Ebû Bekrin adını yaz. Çünki, Ebû Bekr, benim ism-i şerîfimden Habîbimin isminin ayrı olmasını lâyık görmedi. Ben de lâyık görmedim ki, Habîbimin isminden, Ebû Bekrin ismi ayrı olsun. Hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm derhâl yetişip, mubârek yüzük Ebû Bekrin elinde iken ve haberi yok iken, yüzüğün üzerine, hazret-i Ebû Bekrin ism-i şerîfini kazıdı. Sonra Ebû Bekr hazretleri o mubârek yüzüğü, sultân-ı Enbiyâya teslîm eyledi. Fahr-i kâinât hazretleri, yüzüğün kaşına nazar edip [bakıp], gördü ki, (Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah, Ebû Bekr-i Sıddîk) kazılmış. Fahr-i kâinât, bunun hikmeti nedir, diye tefekküre vardı. Ondan sonra Ebû Bekre süâl etdi ki, yâ Sıddîk. Bu yüzüğün kaşına yalnız Lâ ilâhe illallah kazdır, diye sipâriş olunmuş idi. Sen ziyâde kazdırmışsın. Sebebi nedir. Hazret-i Sıddîk hicâbından [utancından] mubârek başından ayağına varıncaya kadar terledi. Dahâ cevâb vermeden hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm gelip, dedi ki: Yâ Resûlallah! Hak sübhânehü ve teâlâ hazretleri sana selâm eder. Ve buyurur ki, Ebû Bekrin kendi adının yüzüğün kaşında yazıldığından haberi yokdur. Ben kazdırdım. Habîbim bundan dolayı huzûrsuz olmasın. Zîrâ Ebû Bekrin eline yüzüğü verdiğin vakt, yalnız Lâ ilâhe illallah kazdır, demişdin. Ebû Bekr benim ism-i şerîfimden, Habîbimin ismi ayrı olmağı lâyık görmeyip, kendisi kuyumcuya kazdırdı. Ya’nî, Ebû Bekr senin adını, benim adımdan ayırmadı. Ben de senin adından Ebû Bekrin adının ayrı olmasını revâ görmedim. Onun için, Cebrâîle emr edip, gönderdim. Senin adının yanına Ebû Bekrin adını yazdı. Şimdi, eğer âkıl-u dânâ (akllı ve ilm sâhibi) isen, hazret-i Ebû Bekrin, dergâh-ı izzetde ne denli mertebesi olduğunu bundan fehm eyle. Ayrıca, hakkında bu kadar âyet-i kerîme nâzil olmuş ve hadîs-i şerîfler rivâyet olunmuşdur.
 
Hazret-i Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurur ki, arasat meydânında, Hak sübhânehü ve teâlâ emr eyler ki, Cennetden mahşer yerine sarı yâkutdan bir taht getirirler. Eni ve uzunluğu yirmi mil mikdârı olur. Ondan sonra, o tahtın sağ tarafına bir taht dahâ koyarlar. Eni ve uzunluğu bunun misâli olur. Ondan sonra sol tarafına ak gümüşden bir taht dahâ koyarlar. Eni ve uzunluğu bunlar gibidir. Ondan sonra, sarı yâkutdan taht üzerine Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” oturur. Sağ tarafında olan altından taht üzerine bir güzel melek oturur. Sol tarafında olan gümüş taht üzerine de bir melek oturur. Sonra, sağ tarafında oturan melek, ayak üzere durup, yüksek ses ile seslenir ki, yâ mahşer meydânındaki müslimânlar. Agâh olun ki, Cennet hazînedârı Rıdvân benim. Allahü teâlâ bana emr eyler ki, yâ Rıdvân! Cennet kapılarının anahtârlarını al. Habîbim Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine götür ve benim selâmımı söyle. Habîbim kimden râzı ise, hesâbsız ve azâbsız Cennete alıp git. Ben de Cennetin anahtârlarını alıp, Habîbi Ekreme “sallallahü aleyhi ve sellem” götürürüm. Allahü teâlânın emr-i şerîfi mûcibince ahvâli arz ederim. Server-i Enbiyâ buyurdu ki; yâ Rıdvân! Anahtârları Ebû Bekre götür. Zîrâ, ben ümmetimin günâhkârlarının şefâ’atiyle vazîfeliyim. Bu hizmeti Ebû Bekr görsün. Bilmiş olunuz ki, hazret-i Ebû Bekre Cennetin anahtârlarını teslîm ederim ve de emrine mutî’ olurum. Her kimden ki, Ebû Bekr râzıdır, Cennete alıp, giderim. Kimden hoşnûd değildir, Cennete koymam; der. Ondan sonra sol tarafda gümüş taht üzerine oturan Melek ayak üzerine durup, seslenir ki, Cehennem hazînedârı Mâlik benim. Allahü teâlâ hazretleri bana hitâb eyler ki, yâ Mâlik! Cehennem kapılarının anahtârlarını habîbim Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine götür ve benden selâm söyle. Her kimden ki, Habîbim hoşnûd değildir; Cehenneme alıp, götüresin. Ben de Cehennem kapılarının anahtârlarını alıp, Sultân-ı Enbiyâya götürürüm. Allahü teâlâ hazretlerinin emr-i şerîfi üzere ahvâli açıklarım. Hazret-i Fahr-i kevneyn “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurur ki, “Yâ Mâlik! Âsî ümmetin ahvâli ile meşgûlüm. Hemen anahtârları Ebû Bekre teslîm eyle. Bu hizmeti onlar görsünler. Şimdi uyanık olun ki, Cehennemin anahtârlarını hazret-i Ebû Bekre teslîm ederim. Ben de emr-i şerîflerine mutî’ olurum. Her kimden ki Ebû Bekr-i Sıddîk memnûn ve râzı değildir. Süâlsiz ve hesâbsız, Allahü teâlânın emri ile Cehenneme alıp-götürürüm.
 
Hazret-i Fahr-i Enbiyâ Habîb-i Hüdâ Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurur ki, Allahü teâlâ, yerleri ve gökleri, ve arş-ı azîm ile kürsîyi ve levh ve kalemi ve Cennet ve Cehennemi ve insanları ve cinleri halk etmezden evvel, benim rûhum ile Ebû Bekrin rûhunu güvercin sûretinde halk edip, aşk meydânında uçun diye emr eyledi. İleri uçup gideniniz Muhammed olsun, geride kalanınız Ebû Bekr olsun, buyurdu. Böylece ikimiz uçduk. Ben Ebû Bekrden, şehâdet parmak ile yanında olan orta parmak arasındaki fark kadar ileri geçdim. Hazret-i Ebû Bekr, bu izzet ve bu şerefi, hep Habîbullah hurmetine bulmuşdur. Zîrâ hâlis ve muhlis dostu ve yâr-i gârı idi. [Mağara arkadaşı idi.]
 

 
< Önceki   Sonraki >