Ebû Bekr-i Sıddîk ''radıyallahü anh'' 6 Yazdır E-posta
Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” islâma geldiği vaktde, Hak Sübhânehü ve teâlâ aşkına ve Habîbullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” aşkına, seksenbin altın fakîrlere sadaka eyledi. Kırkbin altın gizli, kırkbin altın açıkdan vermişdi. O hâle geldi ki, giyecek elbisesi kalmamış idi. Sonra eski bir mutâf [keçi kılından dokunmuş elbise] eline geçdi. Mubârek arkasına aldı. Sonra namâz vakti gelince, o mutâfı arkasına alıp, namâz kılardı. Namâz vakti hâricinde mubârek göğsüne kadar tennûr [tandır] içine girer. Arkasına mutâfı alırdı. Bu hâl üzere üçgün se’âdethânesinde [evinde] oturup, Habîbullah hazretlerinin huzûr-u se’âdetlerine gidemedi. Dördüncü gün oldukda, hazret-i Fahr-i Enbiyâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, sabâh nemâzını kıldıkdan sonra, mubârek arkasını mihrâba verip, sahâbe-i kirâm hazretlerine teveccüh edip, buyurdular ki: Üç gündür, Ebû Bekr-i Sıddîk mescide gelmedi. Acabâ mubârek hâtır-ı şerîfi nasıldır. Varalım, mubârek hâtırını soralım; diye söylerken, mubârek arkasına bir siyâh mutâf giymiş olarak Cebrâîl aleyhisselâm geldi. Hazret-i Resûlullah, Cebrâîl aleyhisselâmı bu hâlde görünce, mubârek şekli değişdi. Yâ kardeşim Cebrâîl; bu ne hâldir, diye sordu. Hazret-i Cebrâîl, dedi ki, yâ Resûlallah! Ma’lûmunuz olsun ki, yedi kat gökde, arş ve kürsîde olan bütün melekler, bütün Kerûbîyûn böyle mutâf giydiler. Hazret-i Resûl-i ekrem, bu işin aslı nedir, yâ kardeşim, bana açıkla, dedi. Hazret-i Cebrâîl dedi ki, yâ Resûlallah! Hazret-i Ebû Bekr, Allahü teâlânın aşkına ve senin dînin uğruna seksenbin altın sadaka verdi. Kırk bini gizli ve kırkbini açıkdan. Şimdi giyecek elbisesi kalmadığı için, üç günden beri mescide onun için gelemedi. Namâzı evinde kıldı. Yâ Resûlallah! Hak Sübhânehü ve teâlâ sana selâm edip ve buyurdu ki, hazret-i Ebû Bekre esvâb [elbise] göndersin. Hazret-i Fahr-i Enbiyâ, Eshâb-ı güzîne bakıp, dedi ki, her kimin, bir fazla kaftanı varsa, Ebû Bekre versin ki, ben sevineyim. Hak Sübhânehü ve teâlâ karşılığında nice nice sevâblar ve dereceler versin. Benimle firdevs-i a’lâda komşu olsun. Eshâb-ı kirâmın hepsi, aradılar. Hiçbirisinde bulunmadı. Bulunamayınca; bir sahâbî varıp, bir başka kimsede bir hırka buldu. Hazret-i Ebû Bekre gönderdi. Hazret-i Ebû Bekr o sahâbîye düâlar edip, o kaftanı giydi. Hazret-i Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” mubârek ayaklarının tozuna yüz sürmeden, ya’nî yanına gelmeden hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm yetişdi. Dedi ki: Yâ Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”! Allahü teâlâ sana selâm eder. Buyurdu ki, bütün sahâbîler ile Ebû Bekri ta’zîm ve tekrîm ile karşılayasın. Ondan sonra, server-i Enbiyâ, hazret-i Ebû Bekre karşı çıkıp, müsâfehâ etdi. Cenâb-ı Hakka müteveccih olup, düâlar etdi. Sonra bütün sahâbîler Ebû Bekr ile müsâfehâ etdiler. Gönülden Ebû Bekre düâlar eylediler “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”.
 
Bundan sonra, yukarıdakilere ilâve olarak, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki, yâ Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”! Hak Sübhânehü ve teâlâ sana selâm eder. Buyurur ki, Ebû Bekr kuluma benden selâm söyle! Bu fakîr hâliyle benden râzımıdır; sor? Hazret-i Enbiyâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, Ebû Bekr hazretlerine haber gönderip, beyân buyurduklarında; hazret-i Ebû Bekr, inleyip, bağırarak, feryâd ederek, dedi ki: “Ebû Bekr kimdir ki, kim oluyor ki, Rabbimden râzı olmıyayım. Ben herşeyi yaratan Rabbimden râzıyım, râzıyım”.
 
(Misbâh) kitâbında anlatılmakdadır. Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” der ki; bir gün Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bize, askeri donatmak için, sadaka getirin diye, emr etdiler. Benim malımın çok olduğu bir zemân idi. Gönlümden geçdi ki, her zamânda, kardeşim Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” sadaka husûsunda hepimizden fazla sadaka verirdi. Ammâ bu def’a ben ondan fazla vereyim diye, malımın yarısını götürdüm. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki, yâ Ömer! Ehl-i beytine [ev halkına] ne alıkoydun. Dedim ki, yâ Resûlallah! Bu kadarını [ya’nî yarısını] alıkoydum. Bu sırada Ebû Bekr “radıyallahü anh” cümle malını getirip, koydu. Hazret-i Fahr-i Enbiyâ buyurdu ki, yâ Ebâ Bekr! Ehl-i beytine [ev halkına] ne alıkoydun? Ebû Bekr, yâ Resûlallah! Ehlime Allahü teâlâyı ve Resûlünü alıkoydum, deyince, (ikinizin arasındaki fark, cevâbınız arasında olan fark gibidir) buyurdular. Ondan sonra, Ebû Bekr-i Sıddîkın her bir işde, önüne geçme ümmidimi kesdim. Rivâyet edilir ki, o zemân, hazret-i Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sadaka getirin diye emr edince, hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” cümle malını ve giyeceklerini, sadaka verip, bir hırka giydi. O zamân Cebrâîl aleyhisselâm geldi. Server-i Enbiyâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” gördü ki, Cebrâîl aleyhisselâm hırka giymiş. Ba’zı rivâyetde gelmişdir ki, bir gün hazret-i Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” huzûr-ı şerîflerine bir dilenci gelip, Allah için birşey verin dedikde, vermeye birşeyi bulunmayıp, sırtındaki gömleği, kapı arkasından dilenciye verdi. Kendisi bir eski şal örtündü. İbâdetle meşgûl oldu. Allahü teâlânın emri ile Cebrâîl aleyhisselâm üzerine bir şal bürünüp, hazret-i Habîbullahın huzûruna geldi. Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” dedi ki, yâ kardeşim Cebrâîl! Bu ne hâldir. Seni bu hâl üzere hiç görmemişdim. Yâ Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem”! Benim bu şekle girdiğimi acâib karşılama, ki Hak Sübhânehü ve teâlâ bütün gök meleklerine bu sûrete girmeğe emr eylemişdir. Çünki, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” şimdi bu şekldedir.
 

 
< Önceki   Sonraki >