Ebû Bekr-i Sıddîk ''radıyallahü anh'' 12 Yazdır E-posta
Birgün hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anhümâ” mescidde oturuyorlardı. Bir kimse mescide girip, Server-i kâinât hazretleri ile, hazret-i Ebû Bekre selâm verdi. Sonra hazret-i Alîyi görünce, gâyet mahzûn olup, yüzü sarardı. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü anh” o kimsenin bu hâline bakıp, te’accüb eyledi [hayret etdi]. Namâz kıldıkdan sonra, hazret-i Alîye süâl eyledi ki, yâ Alî, bu kimse mescide girip, seni gördükde, gâyet elem çekip, mahzûn oldu. Benzi sarardı gitdi, hikmeti nedir? Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, bu kimse bana yirmibin akçe borçludur. Onun için elem çekdi. Hazret-i Ebû Bekr o kimseyi çağırıp, dedi ki, hazret-i Alîye borcun olan yirmi bin akçeyi niçin vermezsin. Dedi ki; yâ Sıddîk! Allah hakkı için kudretim yokdur, ki vereyim. Yoksa bir gün te’hîr etmezdim. Hazret-i Ebû Bekr, Kur’ân-ı azîme riâyetinden ve kemâli sehâvetinden [ya’nî kemâl derecede cömertliğinden] o kimseye dedi ki, eğer sûre-i Fâtihayı yarısına kadar okuyup, sevâbını bana bağışlar isen, borcunu ben öderim. O kimse de kabûl edip, güzel ses ile Fâtihayı yarısına kadar okudu. Yine hazret-i Ebû Bekr buyurdu ki, eğer tamâmını okursan, yirmibin akça dahâ vereyim. O kimse Fâtiha sûresinin tamâmını okuyup, hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” da kırkbin akçeyi tamâm verdi. Hem de az verdim diye özrler diledi. İşte Kur’ân-ı azîme ve Furkân-ı kerîme o server ve bütün Eshâb-ı kirâm “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” böyle ta’zîm ve tekrîm ederlerdi. Şimdiki zamâne adamları ise, Kur’ân-ı kerîmin bir cüz’ine bir akçe veyâ iki akçe ta’yîn ederler. Bu iş ile güzel derdlenirler. Hak Sübhânehü ve teâlâ hazretlerinden ve Habîbullah hazretlerinden utanmadan, bu vakfı edersin ve eğer hayr ederim diye kasd edersen, belki hayrından zararı fazla olur. Akllı olan kimse, buna râzı olmaz.
 
(Mesâbîh-i şerîf)de, sadaka bâbı faslında, hazret-i Ebû Hüreyreden “radıyallahü teâlâ anh” nakl olunmuşdur. Server-i kâinât aleyhi efdalissalevât hazretleri buyurmuşlardır ki, bir kimse eşyâdan bir çift şeyi sadaka etse, fîsebîlillah Cennet kapılarından da’vet olunur. Cennet için kapılar vardır. Her kim ki namâz ehlindendir, namâz kapısından da’vet olunur. Her kim ki cihâd ehlindendir, cihâd kapısından da’vet olunur. Her kimse ki sadaka ehlindendir, sadaka kapısından da’vet olunur. Her kimse ki oruc ehlindendir, reyyân kapısından da’vet olunur. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” buyurdular ki, yâ Resûlallah! Bu kapıların herbirinden çağrılanlara bir müşkilât yokdur. Lâkin, bu kapıların hepsinden çağrılan kimse var mıdır. Hazret-i Resûl-i Ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki, (Evet ümîd ederim ki, sen o kimselerden olursun.) Bu hadîs-i şerîf, sahîh hadîs-i şerîflerdendir. (Buhârî) ve (Müslim) de vardır. Müslim şerhinde beyân olunmuşdur ki, hadîs-i şerîfde bir çift sadaka etse, buyurdular. Bir çiftden murâd nedir. Ba’zıları iki at, iki köle, iki devedir dedi. Ba’zıları dedi ki, altın ile gümüş, yâ dirhem ile elbise, herhangi iki şey olarak açıklanmışdır. Müslim şerhinde beyân olunmuş ki, hadîs-i şerîfde Cennet kapılarının, dörtden fazlasını beyân buyurmadılar. Hem nasıl olduğunu da açıklamadılar. Lâkin ma’lûmdur ki, Cennetin sekiz kapısı vardır. Dört kapısının biri Tevbe kapısıdır. Biri gadabına hakim olanlar ve insanları afv edenler kapısıdır. Biri rızâ gösterenler kapısıdır. Biri Eymen kapısıdır. Buhârî şârihi beyân etmiş ki, bir kimse bu hasletlerden bir haslet sâhibi olsa, o haslet kapısından çağrılsa, o kimseye bir müşkilât olmaz. Zîrâ, murâd Cennete girmekdir. Lâkin cümle kapılardan çağrılmak, ikrâmdır. İstediğinden girmeğe serbestdir. Hangisinden istersen oradan gir, demekdir. Zîrâ cümlesinden girmek muhâldir. Lâkin, adı geçen şerhde demişdir ki, ben derim, ihtimâl var ki, Cennet bir kal’a gibidir ki, onu sekiz sur ihâta eder [çevirir]. Ba’zısı ba’zısından içeri, her bir surun kapısı vardır. O kapıdan çağrılan o iki sûrun arasında kalır. İkinci kapıdan çağrılan, ikinci ile üçüncü arasında kalır. Tâ sekizinci kapıdan çağrılan Cennetin ortasına dâhil olmuş olur.
 
(Mesâbîh-i şerîf)de, Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” menâkıbı bâbında, sahîh hadîs-i şerîflerde, hazret-i Âişeden “radıyallahü teâlâ anhâ” rivâyet olunmuşdur. Hazret-i Fahr-i kâinât “sallallahü aleyhi ve sellem”, son hastalığında bana hitâben buyurdular ki, yâ Âişe, benim yanıma, baban Ebû Bekri ve kardeşin Abdürrahmânı da’vet eyle. Tâ ki, ben bir vasıyyet yazdırayım. Zîrâ, benden sonra, bir kimse çıkıp, söylemeye ki, ben halîfe olayım. Hâlbuki, Hak Sübhânehü ve teâlâ ve mü’minler, Ebû Bekrden gayrisinin hilâfetini istemezler.

 
< Önceki   Sonraki >