Ebû Bekr-i Sıddîk ''radıyallahü anh'' 16 Yazdır E-posta
Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki, hazret-i Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” bir gecelik ameline veyâhud bir sâatlik ameline, bütün ömrümce işlediğim amelleri mümkün olsa değişirim. Sordular ki, yâ Emîr-ül mü’minîn! Ebû Bekrin o günde bir gecelik ameli ne idi. Buyurdular ki, o gece ki, Server-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine hicret etmek emr oldu. Birçok Eshâb-ı güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” arasında Ebû Bekr, Fahr-i âlem hazretlerine yol arkadaşı ta’yîn olundu. Hak sübhânehü ve teâlâ huzûrunda ve Habîbullah katında mukarreb olup, mertebesi yüksek olmasa, bu se’âdete ve bu izzete vâsıl olmaz idi. Resûl-i ekrem hazretleri ile Mekke-i Mükerremeden, Medîne-i münevvereye teşrîf buyurdular. Bundan büyük devlet-i ebedî ve se’âdet-i sermedî bir kimseye müyesser olmamışdır. Bundan sonra da müyesser olmaz. Yine o günde bir sâatlik amel odur ki, Fahr-i âlem hazretleri âhırete sefer etdikde, arabların çoğu, mürted oldular. Ben vardım. Hazret-i Ebû Bekre dedim: Yâ Resûlallahın halîfesi. Mel’ûnlara bir kaçgün müddet verseniz câiz değil midir. Buyurdular ki, yâ Ömer! Muhakkak ki bu islâm dîni kemâl mertebe temâmlanıp, kuvvetlenmişdir. Şimdi geri dönüş yokdur. Nitekim Allahü teâlâ azze şânehü kelâm-ı kadîminde, Mâide sûresi, 3.cü âyet-i kerîmesinde meâlen (Bugün dîninizi sizin için ikmâl eyledim. Üzerinize olan ni’metimi tamâmladım ve size din olarak islâmiyyeti vermekle râzı oldum.) buyurmuşdur. Şimdi, o Allahü teâlâ hakkı için ki, ondan gayri ilâh yokdur. Bir an emân vermeyip, ben onlara kılıç çekip, mürtedler ile kılıçdan gayri nesne ile söyleşmem, dedi. Ebû Bekr “radıyallahü anh”, halîm, selîm tabî’atli, şefkat ve merhamet üzere iken, bunların hakkında böyle buyurdukları, îmânının kuvvetindendir ve yakîninin ziyâdeliğindendir. Bundan sonra dîn-i islâma zevâl gelmiyeceğini, kuvvetinin azalmıyacağını bildiği için, böyle kat’î cevâb verdi. Kalb-i şerîfleri, Resûlullah hazretlerinin kalb-i şerîflerine uygun olup, îmânının kuvveti ve sıdkı, bu mertebe kemâl bulmuş idi ki, bir kimse bunun derecesine yetişmemişdir. Şimdi, hazret-i Ömer gibi bir sultân-ı zişân, hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hakkında böyle şehâdet edince, kıyâs eyle ki, hazret-i Ebû Bekrin derecesi, ne yüksek ve âlî, se’âdetli derecedir. Bunlara muhabbet edip, hâlis sevenler dünyâda ve âhıretde inşâallah mahrûm kalmazlar.
 
Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” son hastalığında buyurdu ki; hilâfeti kime bırakacağım konusunda, tekrâr istihâre eyledim. Allahü teâlâdan diledim ki, bana rızâsına uygun olanı versin. Bilirsiniz yalan söylemem. Hiçbir akllı kimse Allahü teâlâya kavuşma vaktinde [ya’nî ölüm ânında] kendine iftirâ yapılmasını arzû etmez ve müslümânları aldatmağı uygun bulmaz. Dediler ki, ey Resûlullahın halîfesi. Hiç kimsenin doğruluğunuza şübhesi yokdur. Ne söyliyecek isen, söyle. Buyurdu ki, gecenin sonunda, uykum bana gâlib geldi, uyudum. Resûl-i ekrem hazretlerini gördüm. İki beyâz kaftan giymiş. O kaftanların etrâfını [eteklerini] ben tutuyordum. Ne zamân ki o iki kaftan yeşil olmağa ve parlamağa başladı. Şöyle ki, bakanların gözlerini alırdı. Resûlullah hazretlerinin iki tarafında, iki uzun boylu kimse vardı. Gâyet güzel yüzlü idiler. Elbiseleri nûr gibi ve bakanlara sürûr verirdi. Hazret-i Resûl-i ekrem bana selâm verip, benimle müsâfehâ ederek, şereflendirdi. Mûbârek elini benim göğsüme koydu. Bende olan ızdırâb geçdi. Dedi ki, ey Ebû Bekr! Sana kavuşma arzûmuz artmışdır. Vakti geldi ki bizden yana gelesin. Ben uyku içinde o kadar ağlamışım ki, ehlim haberdâr olmuşlar. Bana sonra haber verdiler. Ben de dedim, (Ben de sizi özledim, yâ Resûlallah!). Buyurdular ki, yerine, bu ümmet için ümmetin âdil ve sâdıkı, yerde ve gökde herkesin rızâsını kazanmış, zamânının temizi olan Ömer bin Hattâbı geçir. Bu iki kişi senin vezîrlerindir, dünyâda yardımcılarındır, vefâtın zamânında yardımcılarındır. Cennetde komşularındır. Ondan sonra bana haber verdiler ve dediler ki, fikr ve vehmden kurtuldun ve sen Sıddîksın. Gökde melekler içinde Sıddîksın. Yerde halk içinde Sıddîksın. Dedim ki, yâ Resûlallah! Anam-babam sana fedâ olsun. Bu iki kişi kimlerdir ki, bunların benzerini görmedim. Buyurdu ki, bu iki kişi Cebrâîl ve Mikâîldir. Sonra gitdiler. Ben uyandım. Yüzüm göz yaşından ıslanmış. Âile efrâdım başımın ucunda ağlaşırlardı.

 
< Önceki   Sonraki >