Ebû Bekr-i Sıddîk ''radıyallahü anh'' 18 Yazdır E-posta
İmâm-ı Begâvî, (Meâlimüttenzîl) adlı tefsîrinde, Lokmân sûresinde, meâl-i şerîfi (Tevhîd ve tâatim yoluna gidenlere tâbi’ ol ki, onlar Peygamber aleyhisselâm ve Eshâbıdır) olan, onbeşinci âyet-i kerîmenin tefsîrinde, Atâdan nakl buyurmuşlardır ve o ibni Abbâs hazretlerinden nakl etmişdir. Buyurdular ki, âyet-i kerîmedeki kimseden murâd Ebû Bekr-i Sıddîkdır “radıyallahü anh”. Bunun açıklaması odur ki, Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” islâma geldiği vakt, hazret-i Osmân, Talha ve Zübeyr ve Sa’d bin Ebî Vakkâs ve Abdurrahmân bin Avf “radıyallahü teâlâ aleyhim ecma’în” yanına geldiler. Dediler ki, Sen bu şeklde tasdîk edip, îmân getirdin mi. Evet. O doğru sözlüdür. Siz de îmân getirin, dedi. Sonra hepsini alıp, hazret-i Habîb-i ekremin huzûr-u şerîflerine götürdü. Müslümân oldular. Bunların müslümân olmaları hazret-i Ebû Bekrin irşâdı ile oldu. Allahü teâlâ onun medhinde buyurdu: (Bana dönen kimsenin yoluna tâbi’ ol.) Ya’nî Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” yoluna tâbi’ ol, demekdir.
 
(Ravda-tüş-şekâyık) kitâbında, Ömer bin Hattâbdan “radıyallahü anh” rivâyet olunmuşdur. Buyurdular ki, hazret-i Resûl-i ekremin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” âhıreti şereflendirdikleri zemân, hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü anh”, bir acâib rü’yâ gördü. Uykusunda öyle şiddet ile ağladı ki, kapısı önünden geçerken ağlamasını işitdim. Merâk edip, kapısını çaldım. Hazret-i Sıddîk uyandı. Kapıyı çalmam sebebi ile kalkıp, benim için kapıyı açdı. Gözlerinin yaşı, şakaklarının üzerinden akardı. Sordum. Yâ Ebâ Bekr, niçin bu kadar ağladınız. Benim için Eshâb-ı Güzîni topla. Gördüğüm rü’yâyı onlara haber vereyim, dedi. Ben de Sahâbe-i kirâmı topladım. Cümlesi huzûrlarında hâzır oldular. Hazret-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” buyurdular ki, Gördüm ki, kıyâmet kopmuş. İnsanlar hesâb yerine sevk olunur. Bir bölük mevki’ sâhibleri gördüm. Minber üzerinde, yüzleri parlak, yaldız gibi parlar. Bir meleğe sordum. Bunlar kimlerdir. Dedi ki, bunlar Peygamberlerdir. Muhammed aleyhissalâtü vesselâm hazretlerine muntazırlardır [onu beklerler]. Zîrâ şefâ’at dizgini Muhammedin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yedindedir. Hazret-i Muhammed aleyhisselâm nerededir, diye sordum. Dedi ki, Arşın kenârındadır. Dedim ki, beni hazret-i Muhammed aleyhisselâmın huzûr-ı şerîflerine götür. Ben Onun hizmetcisi ve arkadaşıyım. Ben Ebû Bekr-i Sıddîkım. Melek beni Resûlullahın huzûruna götürdü. Gördüm ki, mubârek başı açık. İmâmesini [sarığını] arşın önüne koymuş. Rıdâsı ile belini bağlamış. Sağ eli arşın kenârında. Sol eli Cehennemin kapısının halkasında. İstigâse edip, derdi ki, yâ Rabbî! Ümmetime merhamet buyur. Ümmetim içinde ülemâ var, Evliyâ var. Sülehâ var. Mücâhidler var. Hâcılar var. Allahü teâlâdan nidâ geldi ki, yâ Muhammed! İtâ’at edenleri söylersin. Âsileri zikr etmezsin. Fâsıkları, şerâb içenleri ve zâlimleri, fâiz yiyenleri, zîna yapanları, kan dökücüleri zikr etmezsin. Muhammed aleyhisselâm, yâ Rabbî! Onlar Senin buyurduğun gibidir. Lâkin onlarda müşrik ve sana oğul isnad edici ve saneme ibâdet edici [puta tapan] ve tevhîdden dönücü yokdur. Ümmetim üzerine şefâ’atimi kabûl et. Gözlerimden akan yaşlara acı, deyip, yalvarmağa başladı. Ben Habîbullah hazretlerine aşırı muhabbetimden ve acıdığımdan, dedim ki, yâ Resûlallah! Niçin bu kadar ağlıyor ve yalvarıyorsunuz, kendinizi çok yoruyorsunuz. Mubârek başını kaldırdı. Sol eli, Cehennemin kapısının halkasında idi. Cehennem kapısını bağlayıp, buyurdu ki, yâ Ebâ Bekr! Rabbimden ümmetimi sordum. Yalvarmam aşırı olduğu için, Rabbim teâlâ şânına uygun olarak, ümmetimi bana bağışladı. Benim ümmetim üzerine üzüntümü kaldırdı. Ben irâde etdim ki, yâ Resûlallah! Hak sübhânehü ve teâlâ sana ba’zısını mı, bağışladı, yoksa hepsini mi diye söyliyecekdim. Sormadan önce sen kapıyı çaldın yâ Ömer. Uyandım. Hazret-i Ebû Bekr bu sözü söylediği ânda, evin içinden, bir ses işitdik: (Hepsini, hepsini bağışladı yâ Ebâ Bekr. Yalnız bir mü’mini kasd ile öldürenleri bağışlamadı. Onlar Cehennemde sonsuz kalacaklardır,) buyurdu. Hepimiz kalkıp, Allahü teâlâ hazretlerine hamd etdik ki, böyle bir Peygamberin ümmetinden eyledi. Raûfdur, rahîmdir, şefâ’ati bizim hakkımızda kabûl olundu. Böylece maksadına vâsıl oldu, kavuşdu.
 

 
< Önceki   Sonraki >