Ebû Bekr-i Sıddîk ''radıyallahü anh'' 21 Yazdır E-posta
Huzeyfe “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet eder: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu: Her kim rü’yâda beni görmüşdür. Muhakkak beni görmüşdür. Zîrâ şeytân benim sûretimde görünmez. Her kim, Ebû Bekri uykuda görür. Ebû Bekri görmüşdür. Zîrâ şeytân Ebû Bekrin sûretinde de görünmez.

Alî ibni Ebî Tâlib “radıyallahü teâlâ anh” dedi. Resûlullahdan “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” işitdim, buyurdu: Semâya yükseldiğim gece [Mi’râc gecesi], Rabbim azze ve celle bana Ebû Bekrin sesi ile hitâb buyurdu. Benim gönlümden geçdi ki, bu ses Ebû Bekrindir. Hak sübhânehü ve teâlâ kalbimden geçen endîşeyi bilip, buyurdu: “Yâ Ahmed! Mûsâ bin İmrân ile konuşurken, onun gönlünü gördüm ki, kavminin hepsinden Hârûnu dahâ çok sever. Ona Hârûnun sesi ile hitâb etdim. Senin gönlünü gördüm ki, Ebû Bekri çok seversin. Sana Ebû Bekrin sesi ile hitâb etdim.”

Rivâyet edilmişdir ki, bir gün öğle namâzından sonra, Cebrâîl aleyhisselâm yetmişbin melek ile gelerek, En’âm sûresini getirdi. Resûlullah hazretleri o gece bütün Eshâb-ı kirâmı Âişe “radıyallahü teâlâ anhâ” hazretlerinin evinde topladı. Çırağ yakıp, Sûre-i En’âmı okudular. Çırağ ışıksız oldu. Resûlullah hazretleri Ebû Bekr hazretlerine buyurdular ki, yâ Ebâ Bekr, çırağı ışıklandır. Bir sâat sonra yine karardı. Hazret-i Resûl-i ekrem yine buyurdu. Yâ Ebâ Bekr, çırağı rûşen et. Hazret-i Ebû Bekr, çırağı [kandili] rûşen etmek [ışığını çoğaltmak] için kalkdı. Bakdı ki kandilin yağı tükenmiş. Dedi ki, yâ Resûlallah! Kandilde yağ kalmamış. Bu gece yağ almak imkânımız da yokdur. Kandil bize lâzımdır, kelâm-ı Rabbilâlemîni okuyalım. Hazret-i Resûlullah buyurdular ki, bir mikdâr kendi ağzının tükrüğünden kandile damlat. Âişe-i Sıddika hazretleri buyurur ki, babam bir mikdâr ağzının suyunu, Resûlullah hazretlerinin emr-i şerîfi ile kandile damlatdı. Kandilin ışığı çoğaldı. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin emr ve fermânı ile şiddetli bir ışık oldu ki, Eshâb-ı kirâmın gözlerini kamaşdırdı. Server-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: Bu kandili söndürmeyiniz! Kırk gün kırk gece o kandil, Âişe-i Sıddîka hazretlerinin evinde yandı. Bir münâfık hazret-i Âişenin evine geldi. O kandili gördü. Ne acâib kandil, kırk gün kırk gecedir sönmez, dedi. O sâatde o kandil söndü. Cebrâîl aleyhisselâm geldi ve dedi: Yâ Muhammed! Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri buyurur: Ben çeşm-i bed [fenâ bakışlı] kullar da yaratdım. Eğer o münâfıkın gözü olmasaydı, kıyâmete kadar o kandil; Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” ağzının suyunun bereketi ile sönmez idi.

Nakl eylemişlerdir ki, bir gün Cebrâîl aleyhisselâm geldi ve dedi: Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ sana selâm söyler. Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ yetmiş dünyâ büyüklüğünde bir âlem halk etmişdir. Onun zemîni beyâz misk ile döşelidir. Orası, arşdan bir iğne atsan, zemîne düşmiyecek şeklde melekler ile doludur. Allahü teâlâ o melekleri yaratdığı günden beri, tesbîh ve tehlîl ederler. Sevâbını Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin muhiblerine (sevenlerine) bağışlarlar.
 

 
< Önceki   Sonraki >