Ebû Bekr-i Sıddîk ''radıyallahü anh'' 23 Yazdır E-posta
Doğru rivâyet ile gelmişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: Allahü teâlâ hazretleri, beni kendi nûrundan halk etdi. Ebû Bekri benim nûrumdan halk etdi. Âişeyi Ebû Bekrin nûrundan halk etdi. Mü’mine hâtunları, Âişenin nûrundan yaratdı. Her kim ki, bu büyükleri sever. Allahü teâlâ o kimsede bir nûr halk eder ki, onun ışığında, kabrin ve kıyâmetin karanlığından o kimseye necât verir. O ışık ile, Cennât-i Adna gider. Her kim ki, onları sevmez. Allahü teâlâ hazretleri o kimsede asla nûr halk etmez. [Allahü teâlâ bir kimseye nûr vermezse, o münevver olamaz.]
 
Hazret-i Enes “radıyallahü teâlâ anh” buyurdular ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bir vakt hastalandı. Hastalığı uzadı. Bir sabâh hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin ziyâretine gitmiş idi. Zîrâ, her işi herkesden evvel yapmağı severdi. Bu âdet-i şerîfesi idi. Varıp gördü ki, Resûlullah hazretleri evinde yatmış, mubârek başını Dıhye-i Kelbînin “radıyallahü teâlâ anh” dizine koymuşdu. Hazret-i Ebû Bekr, Dıhye-i Kelbîye selâm verip, Resûl-i ekremin hâli nasıldır, dedi. Dedi ki, hayrdır ey halîfe-i Resûlillah! Ebû Bekr-i Sıddîk dedi ki; Allahü teâlâ sana hayr versin. İyi karşılıklar versin. Bu müjdeyi bana verdin. Dıhye “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, yâ Ebâ Bekr! O Allahü teâlâ hakkı için ki, Ondan gayri Allah yokdur, ben seni gayrilerden, herkesin sevdiğinden çok severim. Senin benim yanımda hediyyelerin vardır, Sana ulaşdırayım. Sen Allahü teâlânın Resûlünün halîfesisin. Enbiyâ ve Mürsellerden sonra, Âdemoğullarının seyyidisin “aleyhissalâtü vesselâm”. Sana tâbi’ olan ve seni seven felâh bulur. Arâbî lugatında, bütün hayrlar, iyilikler, felâh kelimesinde toplanmışdır. Felâh; dünyâ ve âhırete âid isteklerin yerine gelmesine derler. Denilmişdir ki, felâh dört şeydir: Bir bekâ ki, fenâsı olmıya. Bir gınâ [zenginlik] ki, fakîrliği olmıya. Bir izzet ki, zelîlliği olmıya. Bir ilm ki, cehli olmıya. Seni sevmiyen ve sana uymayan ziyân etdi. Her kim ki seni dost tutar, Resûlullah hazretlerinin dostluğu ile dost tutar. Her kim sana buğz eder. Resûlullah hazretlerine buğzu olmak sebebi ile sana buğz eder. Senin dostun hakîkatde Allahü teâlâ hazretlerinin ve Resûlünün dostudur. Senin düşmânın, hakîkatde Allahü teâlâ ve Resûlünün düşmânıdır. Her kim ki, seni düşmân tutar. Muhammed Mustafânın şefâ’ati o kimseye vâsıl olmaz. Her kim ki, Muhammed Mustafânın şefâ’atinden mahrûm olur. O kimse Allahü teâlânın rahmetinden de mahrûm kalır. Yâ Ebâ Bekr, sen bunun için iyi ve azîzsin; yakın gel. Yakın geldiği ânda, Dıhye gayboldu. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” de uykudan uyandı. Buyurdu ki, yâ Ebâ Bekr! Bu süâl-cevâb şeklindeki konuşma nedir? Ebû Bekr hazretleri de Dıhye ile yapdığı musâhabatı haber verdi. Resûlullah aleyhissalâtü vesselâm, buyurdu ki, yâ Ebâ Bekr! O Dıhye değil idi. O Cebrâîl-i emîn idi. Sana haber verdi o ismlerden ki, Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri onları sana tesmiye etdi [sana verdi]. Cebrâîl, senin muhabbetini mü’minlerin kalbine saldı. Buğzu da, kâfirlerin kalbine saldı.

 
< Önceki   Sonraki >