Ebû Bekr-i Sıddîk ''radıyallahü anh'' 26 Yazdır E-posta
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, son hastalığında, vefâtları yaklaşdı. Cümle halk [ya’nî Eshâb-ı kirâm] hüzünlü ve telâşlı idiler ve muzdarib oldular. Lâkin Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, tamâm ilmi, sekînesi ve hilmi ve fadlı, aklı ve tedbîri sebebi ile, o fitnelerde ve âfatlarda, hilâf ve ihtilâflarda, halka dermân olurdu. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” vefât etdiler. İhtilâf oldu. Hazret-i Server-i âlem, dâr-ı bekâya [âhırete] irtihâl etdikde [göçdükde], bir kısm dedi ki, vefât etdi, bir kısm dedi ki vefât etmedi. Her iki kısm toplanıp, kılınçlar çekildi. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri, hücre-i se’âdete girdi. Rıfk ve karârlılık ile, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin, yasdığı yanına geldi. Mubârek yüzünü kıble tarafına yöneltip, üzerine bir çarşaf örtmüşler idi. Mubârek yüzünden örtüyü açıp, bakdı ki, dünyâ âleminden, âhırete göçüp, yok olmıyan mukaddes rûhlarının Allahü teâlâ katına ulaşdığını anladı. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” böyle gördükde, durduğu yerden dizleri üzerine düşdü. Bir sâat mikdârı, yüzünü, gözünü Resûlullah hazretlerinin mubârek eline ve ayağına, yüzüne sürdü. Nûrlu yüzüne bakarak, gözyaşlarını nisân yağmuru gibi dökdü. Buyurdu ki, anam-babam sana fedâ olsun. Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinin sana yazdığı ölümden acı çekdin ve şiddeti tatdın. Bundan sonra acı çekmezsin. Hiç mihnet dahî bulmazsın. Kalkıp evden dışarı geldi. Minbere çıkdı. Elhamdülillah, Vessalâtü... okudukdan sonra, Yâ kavm! Her kim, sizden hazret-i Muhammede “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” taparsa, hazret-i Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” vefât etmişdir. Her kim sizden Hak sübhânehü ve teâlâ hazretlerine taparsa, Allahü sübhânehü ve teâlâ ölmez, dedi. Eshâb-ı kirâm arasındaki ihtilâf kalkdı. Sâkin ve râhat oldular. Sonra da, hangi mekâna defn edelim diye ihtilâf etdiler. Muhâcirler dediler ki, Mekke-i Mükerremeye götürelim. Ensâr dediler, Medîne-i münevverede defn edelim. Bir kısmı dedi, Şâma götürelim. Bir kavm dedi ki, Yemene götürelim. Söz uzadı. Husûmet zuhûra gelecek idi. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri buyurdular ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden işitdim. Buyurdular ki: (Peygamberler, rûhları kabz olundukları mekâna defn olunurlar!) Bütün sahâbîler, bu kavle râzı olup, sâkin oldular.
 
(Allahü tebâreke ve teâlâ şânühû hazretlerinin üstün kulları ol kimselerdir ki, yer yüzünde tevâzu’ ile yürürler. Tâ ki, canlı karıncayı incitmeyeler.) [Furkân sûresi 63. âyet-i kerîmesinin meâli.] Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” yolda yürür iken bir canlıyı ezmemek için, ayağı önüne bakardı. Bir vakt yolda yürürken, yol üzerinde karınca gördü. Ayağı ile üzerine basmamak istedi. Bir mert (genç) geldi. Hazret-i Sıddîkı söz ile meşgûl etdi. Unutup, ayağını o karınca üzerine basıp öldürdü. Sonra, hazret-i Sıddîk bakıp, onu gördü. Üzüldü. Ne yapacağını düşünmeye başladı. Tam o sâat, Allahü teâlâ o karıncaya hayât verdi ve konuşmağa başladı: Esselâmü aleyke yâ halîfe-i Resûlillah! O sâat beni öldürüp, üzüldünüz. Sizin üzülme sebebinizden dolayı, Allahü teâlâ ben za’îf kulunu diriltdi. Konuşdurdu. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki, yâ Ebâ Bekr, sana halîfe diyen kimse karıncadır. Sana buğz eden ve düşmân olan kimseler karıncadan âdi olur.


 
< Önceki   Sonraki >