Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî "kuddise sirruh"-11 Yazdır E-posta
Image
İNCE MESELELER

Süleymâniye'nin meşhûr âlimlerinden bâzısı, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerini, aklî ve naklî ilimlerin en zor ve ince meseleleri ile mağlub etmek istediler ise de, kendileri yenildiler. Yanlarında câhil gibi kaldılar. Çâresiz kalıp, Irak'ın her bakımdan en büyük âlimi olan ve hüccet-ül-İslâm denen Şeyh Yahyâ Mazûrî İmâdî'ye mektup yazıp; "Süleymâniye âlimleri tarafından, din ve dünyâ ilimlerinin allâmesi, müslümanların hücceti, efendimiz, üstâdımız Yahyâ Mazûrî İmâdî hazretlerinedir. Hak teâlâ müslümanları uzun hayâtınızla bereketlendirsin. Şehrimizde,Hâlid isminde bir zât zuhûr eyledi. Hindistan'a gidip geldikten sonra, vilâyet-i kübrâ ve insanları irşâd dâvâsında bulunuyor. Bu zât, din ilimlerini mükemmel bir sûrette tahsîl ettikten sonra, terk eyledi. Yanlış yollara saptı. Bizler onu ilimde yenemedik. Büyüğümüz sizsiniz! Bu tarafa gelip, yanlışlığını ve zararlarını def edip, onu yenmeniz, üzerinize vâcibdir. Gelmeyecek olursanız, bu fikirleri bütün insanlara ve diğer şehirlere yayılacaktır." dediler.

Bu mektup, Şeyh Yahyâ'nın eline geçince, bâzı talebesi ile birlikte, Süleymâniye yolunu tuttu. Şehre yaklaşınca, bütün âlimler, karşılamağa çıkıp, eline yüz sürüp, herbiri kendi evine dâvet ettiyse de, kabûl etmedi ve; "Bu saatte o zâtla görüşmem lâzımdır." deyip, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'nin hânekâhına gitti. O devlethâneye girince, Mevlânâ Hâlid hazretleri kalkıp kapıda karşıladı ve müsâfeha ettikten sonra, yanlarına oturttu. Şeyh Yahyâ'nın kalbinde, bir takım ince ve zor meseleler vardı. Bunları sorup imtihan edecekti. Daha ağzını açmadan, hazret-i Mevlânâ, Şeyh'e hitâben; "Din ilimlerinde çok müşkil meseleler vardır. İşte biri şudur ve cevâbı budur; diğeri şudur, cevâbı budur." buyurup, Şeyh'in kalbindeki bütün suâlleri ve cevaplarını söyledi.

Şeyh Yahyâ bu mübârek zâtın evliyânın büyüklerinden olduğunu anladı. Tövbe edip talebelerinden oldu. İftirâcılar bunu duyunca perişân oldular. Mevlânâ hazretleri, Şeyh Yahyâ'yı çok severdi.

 

DERGÂHI TEMİZLERDİ

Bir sene yolculuktan, sonra Mevlânâ Hâlid,
Delhi’ye geldiğinde, ikindiydi tam vakit.

Delhi’nin toprağına, ilk ayak bastığında,
Dağıttı sevincinden, her ne varsa yanında.

Sonra varıp elini, öperek o büyüğün,
Talebesi olmakla, şereflendi aynı gün.

O da, ilk iş olarak, ezmek için nefsini,
Verdi ona dergâhın, günlük temizliğini.

Her zâhirî ilimde, çok büyük âlim iken,
Başladı vazîfeye, hiç îtirâz etmeden.

Kova ve süpürgeyi, her gün alıp eline,
Aylarca devam etti, dergâh temizliğine.

Kovasını kuyudan, su ile doldurarak,
Taşırdı omuzunda, bir sopaya takarak.

Dergâhtan o kuyuya, o kuyudan dergâha,
Gidip gidip gelirdi, bir günde, pekçok defa.

Hem dergâhın temizlik, işiyle uğraşırdı,
Ve hem de abdest için, depoya su taşırdı.

Üstâdının verdiği, bu temizlik işinden,
Eğer az bir gevşeklik, gelse idi içinden,

En şiddetli cezâyı, verip hemen nefsine.
Yine devam ederdi, aynı vazîfesine.

Bir gün nasıl olduysa, yaparken bu işini,
Az hissetti nefsinin, işe gayretini.

Derhâl kendi kendine, söylendi ki: “Ey nefsim,
Sana bu, çok şerefli, vazîfeyi veren kim?

Yapmak istemez isen, bu işi eğer ki sen,
Atarım elimdeki, süpürgeyi ve hemen,

Yerleri, sakalımla, süpürtürüm vallahi,
Vazîfene severek, devam et, durma haydi.”

Nefsini bu şekilde, paylayınca o biraz,
Ondan sonra nefsinden, gelmedi bir îtirâz.

Üstâdının verdiği, bu işi yapmak için,
Çalıştı canla başla, gevşeklik etmeksizin.

Su taşıya taşıya, aylarca omuzunda,
İki omuzu dahî, yara oldu sonunda.

Bir gün yine dergâha, omuzda su taşırken,
Mübârek üstâdıyla, karşılaştı âniden.

Abdullah-ı Dehlevî, şâhid oldu ki o an,
Hâlid-i Bağdâdî’nin, mübârek omuzundan,

Çıkıyor Arş’a doğru, muazzam büyük nûrlar,
Melekler hayranlıkla, onu seyrediyorlar.

Ne zaman ki üstâdı, vâkıf oldu bu hâle,
Anladı artık onun, geldiğini kemâle.

O’nu o vazîfeden, alarak en sonunda,
Emretti ki dâima, bulunsun huzûrumda.

Bâdemâ üstâdına, yaparak çok hizmetler.
Çekti çok mücâhede, ve çetin riyâzetler.

Beş ay da bulunarak, üstâdının yanında,
Olgunlaştı iyice, nazarları altında.

Bereketli sohbet ve, teveccühleri ile,
Bu vilâyet yolunda, kavuştu tam kemâle.

Abdullah Dehlevî’nin, kalbinde sır ve esrar,
Ne varsa üstünlükten, hepsine oldu mazhar.

Yâni onda bulunan, o şerefli emânet,
Hâlid-i Bağdâdî’ye, geçmiş oldu nihâyet.


 
< Önceki   Sonraki >